8 Ekim 2011 Cumartesi

YAZI DİZİSİ : CUMHURİYET ÇOCUKLARININ ORMANI BİR YAŞINDA - 10

Şuna da değinmeden geçemeyeceğim : Böyle bir işe hele hele tek başına soyunmak gerçekten çok büyük bir sabır ve dayanıklılık gerektiriyor. İnsanlar, başlığını dahi okusalar yanıtını bulabilecekleri en basit konular için bile eleştirel bir yaklaşımla sorular yöneltiyorlar ve genelde “madem ki bu işe soyundun hadi bakalım anlat ya da hallet” mantığı içinde hareket ediyorlar, ASLA “bu adamı Allah yarattı” demiyorlardı. Sadece bu iki nedenden dolayı, ileti ya da telefon yolu ile yanıtlamak zorunda kaldığım sorular, genel toplamın yüzde 80’inden fazladır sanıyorum. 


Ayrıca, onca duyuruya, çağrıya ve olumlu tepkiye rağmen, kimi okuldaşlarımın adeta kampanyayı görmezden gelerek hareket ettiklerini, olumlu olumsuz hiçbir tepki vermediklerini de gözlemledim. Hala daha, ASLA (BİR TÜRLÜ) AKIL ERDİREMEDİĞİM TEK HUSUS “ACL platformlarında sürekli boy gösteren, en baba ACL’li geçinen ve kimi konularda bütün okuldaşlarını uyarıp yönlendirme yetkisini de kendisinde gören en bildik okuldaşlarımdan bazılarının, ACL ORMANI İÇİN NEDEN KESİNLİKLE kıllarını kıpırdatmamış olduklarıdır.
Bu gerçek ile birlikte ayrıca, şu yedi gerçeğin daha farkına vardım :

Birincisi, bu tür “camia içi kampanya”larda, ağırlıklı olarak, daha önce bir şekilde aynı platformu paylaştığım kişiler bağışta (ya da daha büyük bağışlarda) bulunuyorlardı. Böyle bir geçmişi paylaşmadığım okuldaşlarım, bağış yapan grup ile geçmişteki iletişimsizlikleri ölçüsünde kendilerini kampanyanın dışında sayıyorlardı. Oysa, kampanyanın adı bile ACL ORMANI idi.

İkincisi : Bana göre etkin bir potansiyel bağışçı olan bir arkadaşıma kişisel düzeyde davet iletisi gönderdiğim zaman mutlaka, hatırı sayılır bir bağış ile karşılaşıyordum. Kimi insanlar özel bir ilgi bekliyor ya da ancak kendilerine özel bir ileti aldıklarında harekete geçiyorlardı.
Üçüncüsü : İstekli ve hatta çok istekli olsalar bile, bağışta bulunmak yönündeki adımları erteleyen ya da bu konuda yapılacak işlemler için üşenenlerin grubu idi.

Dördüncüsü : Bağış yapmayan kişiler, bir başka şekilde topluma katkı sağladıklarını düşünüyor, bu nedenle fidan bağışında bulunmayı gerekli görmüyorlardı.
Beşinci ve en önemli olan husus ise, BENİM BAĞIŞIMDAN NE OLUR mantığından kaynaklanan ve ne yazık ki camianın yüzde doksanına egemen olan anlayış olsa gerekti; Kendi bağışlarını o denli önemsiz gördüklerini anlamaları için, “17.000 kişi sadece 10’ar TL bağış yapsa 170.000 TL = 42.500 fidan eder” gibi somut örnekleri sık sık ve göze batacak şekilde vurgulamak gerekiyordu. Bu arkadaşlarımızı harekete geçirmenin en iyi yolu, “kendilerine özel”, katkılarının anlam ve önemini anlatan, ayrı bir ileti ile ulaşmak oluyordu ; 5 ya da 6 kez deneyip her keresinde sonuç aldığım bu yöntemi geliştirerek, 6 çeşit tablet ileti hazırladım. Bu iletileri bana yardımcı olmayı kabul eden 6 arkadaşıma geçtim. Onlar da biri hafta sonuna rastlayan 3 gün boyunca, biribirlerinden habersiz imiş gibi, bu iletileri birer kez BENİM BAĞIŞIMDAN ne olur düşüncesini taşıdığına inandığımız okuldaşıma gönderdiler. Deneme amaçlı bu uygulamadan yüzde yüze yakın sonuç aldığımızı gördüğümüz için, önümüzdeki günlerde artık ikinci bir bağış kampanyası düzenlemek ile birlikte sürekli olarak sadece bu kitleyi hedef almanın ve sadece bu yöntemi uygulamaya geçirmenin yararlı olacağı kanısını taşımaktayım. Bugün bana sorsalar, hiç düşünmeden “Bir kampanyanın başarısı ya da büyük başarısı, sadece “benim bağışımdan ne olur” mantığının aşılmasına bağlıdır” derim.

Kanımca, gerçekten 48,- TL ödeme gücü olmayanlardan oluşan Altıncı bir gruptan söz etmek de yanlış olmayacaktır. Nitekim, durumunun iyi olmadığını bildiğim ya da doğrudan beni arayıp “aslında çok daha fazla bağış yapmak istediğini ama tek kuruş ödeme olanağının bulunmadığını” bildirerek özür dilemek nezaketini gösteren arkadaşlarımın sayısı da az değildi.

“Yavuz Oran’ı sevmeyen ya da çekemeyenler ile kendi yazılarına ya da etkinliklerine Yavuz Oran’dan yanıt ya da katkı alamadıkları için Yavuz Oran’ı cezalandırma mantığı ile hareket eden sayılı kişi”nin yer aldığı yedinci grubu da bu listeye eklemek yanlış olmayacaktır.


Bu duygu ve düşünceler ile ACL ORMANI’mızın açılışını yapacağımız 23 Ekim 2010 tarihine doğru yaklaştıkça AÇILIŞ TÖRENİ’ne ilişkin program ve etkinliklere ağırlık vermeğe başladım. Bu bağlamda facebook’da ve google grubunda yer verdiğim duyurular da bağış miktarlarını artırıyordu.


O sırada sevgil Ercan Deva, Hürriyet Ankara Ekinde ACL ormanı ile ilgili olarak bir haber yayımlandığını, gazeteleri postaya verdiğini bildirdi. Sevgili Sökmensüer’in katkıları ile çıkan bu haber de aynen şöyleydi :

                                               Bu HABERİ YÜKLE ..


Bu süreçte günler, geceler, haftalar ve aylar boyu evimde ve işyerimde (sadece ofis sekreterimden aldığım kısıtlı katkı dışında) akla gelebilecek ne var ne yoksa her şeyi kendi başıma kotarmak zorunda kaldım. İzmir’de yaşadığım, taahhütleri toplamak için tek bir adres vermek ve bağışları da tek elden takip etmek zorunda olduğum (ve hatta başka bir arkadaşımdan yardım almam belki de ayrı külfetler doğuracağı ve gerekli alt yapının çok kısıtlı bir zaman sürecinde oluşturulması gerektiği) için, bir ekip oluşturma şansın hiç olmadı, tek elden bütün organizasyonun üstesinden gelmekten başka çarem yoktu. Esasen kampanyaya başladığımız 14 Eylül’den 23 Ekim’e kadar bir şeyler yapabilmek için örneğin kurullar ve alt kurullar oluşturmaya, bu kurullar eliyle bir marka, bir slogan, bir bilgilendirme formu ve bir vekaletname ve taahhütname düzenlemeye ve bunu uygulamaya kalksak birkaç nedenden dolayı bu kadar başarılı olamayacağmızı bile düşünüyorum. Çünkü, yeterli zamanımız yoktu, çünkü işin içine başka külfetler girecekti ve muhtemelen pek çok konuda dağılacaktık, üstelik elimde internet gibi mükemmel bir araç ve kendime güveniyordum. Aslında, bu kampanyada bana yardım edebileceğini umduğum arkadaşlarımı göz ardı etmeyerek yola çıktığımı ummuştum ama kendi ormanımı oluşturmuş olmam bu işi yapacak kişi olarak gene beni adres gösterdiği gibi, kampanyayı başlattıktan hemen sonra (belki biraz yoğun çaba harçamak kaydıyla) bu işi tek elden götürebileceğime ve hatta tek elden götürmemin daha yararlı olacağına kesin olarak inandım. Gelen ilk bağışlar ve tepkiler ile birlikte, kampanyayı bu şekilde sürdürmeyi uygun gördüm.

Bu arada sevgili Remide benden söz ederken Yavuz OR(M)AN, sevgili Gürcan da Manisa Tarzanı sözcüklerini kullanıyorlardı.

Yavuz Oran
(devam edecek)






Hiç yorum yok: