10 Ekim 2011 Pazartesi

(Böyle) EĞİTİM ŞART DEĞİL

Kendimizi bildiğimiz yaşlarımızdan itibaren çok uzun yıllar tarih dersi ile haşır neşir olduk. Şayet okulda doğru eğitilseydik, tarihi hazinelerine gözü gibi bakan, araştırma seven, sorumlu, kültürlü birer vatandaş olurduk.


Olamadık..


Elbette dünya tarihini de öğrenmeliydik ama insaf sınırlarını zorlayan bir tarih eğitimi aldık. Çin’den İspanya’ya kadar, gelmiş geçmiş hükümdarların ülke sınırlarını, analarını, atalarını, dostunu düşmanını tek tek saydık. (İçimizden de tabii). 


Asker ocaklarının neredeyse envanterini tuttuk. Yetmiyormuş gibi ordusunda kaç tane fil olduğunu Timurlenk’in kendisi bile bilmezdi ama biz bildik!


Kim kimi pusuya düşürdü. Ganimet ne kadardı, kimlere paylaştırıldı? Kime daha çok düştü? Vezir bu işe ne dedi, kelle nereye gitti ? Kusana kadar ezberledik.


Savaşı ballandıra ballandıra anlatamadın mı?


Kaybedilen toprakları bilemedin mi ?

Kendi kaybedeceğin yılın gelirdi gözünün ününe.


Bir de yaz boyunca basamayacağın topraklar!


Güzelim yaz güneşi dururken Napolyon’un orduları ile beraber eksi -35 derecede Rusya içlerine doğru ilerlemek zorunda kalmamak için son bir hamle yapardın:  

Hocam.. Başını bir hatırlatsanız?


Bize tarih dersi adı altında film senaryoları ezberletildi. Neron Roma’yı nasıl yaktı? Annibal kuzeyden Alp’leri hangi mevsimde aştı, hava kaç dereceydi, soğuktan kaç kişi telef oldu gibi çok önemli ve gerekli bilgilerle donandık.

Sonra.. Çariçe Katarina bizim Baltacı Mehmet Paşa’yı nasıl ve niye çadırına davet etti?

O zaman küçük olduğumuzdan, davet edilene çay ikram edilir diye düşünmüştük. Bir çay uğruna koca Osmanlı parçasının nasıl gittiğine de akıl sır erdirememiştik!

Kafama takılırdı. Bizim ev sahibi de bize çaya gelirdi ama yine de kirayı artırmaktan vazgeçmezdi..

Kısacası biz tarihimizin özünü öğrenmedik. Ders yerine dert oldu bize..Kabusumuz oldu, Eylül’lerimiz oldu..Soğuduk, bıktırıldık.


Bu nedenle, taşın taş üstünde olduğu antik kentler, heykeller, çanaklar, sütunlar, harabeler bizi hiç açmadı.


Antalya’dan reçel, Mersin’den helva, Van’dan otlu peynir almayı bildik de, hazır gelmişken o yörenin bir sayfa dolusu geçmiş bilgisini kültürümüze katıp dönmeyi aklımıza dahi getirmedik.


Toplumumuzda tarihin ve sanatın meraklıları sadece bu konuya özel ilgi duyanlar, meslek edinenler ve kendisini yetiştirenler oldu. Onlar da çok küçük bir orandır.


Topraklarımızdan sanat fışkırır. Çiçek ekmek için dahi eşelense heykeller, büstler, sütunlar çıkar. Ama yazık ki biz bu sanatı anlayacak ve değerini bilecek şekilde eğitim almamışızdır.


Daha da acınası olanı, biz sanatın içine tükürüldüğü bir ülkede yaşarız.

Bu gün bizi yönetenler bir tarih sınavına alınacak olsa çoğunluğu sınıfta kalır. Sanat tarihinden de belge alırlar. Zira onlar da aynı yanlış yöntemle tarih okumuşlardır.. Kendilerini sonradan ne kadar geliştirdikleri de ortadadır:


Herakles’in Ereğli’ye (Eraklion) ismini verdiğinden bihaber olan zat-ı muhteremin meydandaki heykel için, ’bunun ne işi var burada, kaldırın gözüm görmesin’ demesi engin kültürünün sonucudur. Yaşadığı toprakların tarihi değerinden aynı şekilde habersiz olan vatandaşın da sahilinde Yunan heykeli istememesi de yürek acıtıcı bir durumdur.


İzmit’te bir diğeri, inşaatının kazısı sırasında çıkan Herkül heykelini çöpe atmıştır. 

Bu kişinin kültürü de ancak kültür mantarı ile aynı kategoride değerlendirilebilir.


Zeus’un deyyusa benzetilmesi ise benim tam da anlatmak istediğim noktadır. Yıllarca eğitim almış bir polisin Zeus ve Apollon adını hiç duymamış olması gerçeğidir.


Bizim komşunun köpeğinin adıdır Zeus. Bizim polis olsa, kafası iyice karışacaktı demek ki.. Otur deyyus.. Kalk deyyus..Yürü deyyus!


Bu durumlarda ‘Böyle başa böyle tıraş’ deniliyorsa da, bu kez iş biraz farklıdır. Çok eski moda bir espriyle:

‘Baş kelajjjj’ dır. Yani tıraşa da tarağa da pek gerek yoktur.


Bu yazı; tencere dibin kara yazısıdır.

Bu yazı hem iğnedir hem çuvaldızdır. 

Bu yazı; aklımızı bir yola koyma çağrısıdır:

Tarih kitapları az’ı ve öz’ü vermeli, yakın tarihimize büyüteç, uzak tarihe de ışık tutmalıdır.

Ne tür olursa olsun, tüm okullarda mutlaka Sanat ve Sanat Tarihi dersi bulunmalı, kültür önemsenmelidir. 


Özellikle il ve ilçe okullarında o yöredeki medeniyetlerin işlenmesi, tarihi kalıntıların ve sanat eserlerinin detaylı olarak yerinde tanıtılması çok önemlidir.


Bir Türk’ün İngilizcesini dahi bildiği ama hayatı boyunca hiç (çok az) kullanmadığı cümle hangisidir?

Where is the museum? (müze nerededir?)



Remide Arsan




1 yorum:

Caner Cangül dedi ki...

Bugün aynı şeyleri düşünüyordum.

Bunun haricinde şunu ekleyeyim: Koruma ancak bilmekle gerçekleşir. Köşe başındaki çeşmenin üzerine kendilerince isimler yazan çocuklar, çöpünü bırakan mahalle ahalisi eğer bilse bunları yapar mı yahut yapana müsaade eder miydi?

Bir temel, bir bakış açısı kazandırmak adına bu eğitimler olsa hakikaten gelecek bambaşka olur.