8 Haziran 2011 Çarşamba

“DERELERİN” İNSANLARI ANKARA’YA SOKULMADI BİLE..

İlk duyduğumda çok kederlenmiştim. Hidroelektrik santral yapmak uğruna nerdeyse ülkemin tüm coğrafyasındaki  akarsuları-derlerini kurutma kararına tereddütsüz imza atan egemenlerin  önünde kim durabilirdi ki ?

Sonra onlar  derelerle yıllarca bir arada yaşayan insanlar, harekete geçtiler. bir platform  oluşturdular, Türkiye’nin çok farklı illerinden gençler “doğa için çal” videoları yapıp gözlerimizi yaşla, yüreklerimizi heyecanla, umutla  doldurdular. Nisan başında tüm “dere dostu” duyarlı insanları davet edip, dört bir yandan Ankara’ya yola çıktılar. Amaçları birlikte yaşadıkları derelerinden ayrılmak istemediklerini “yetkililer” e anlatıp, bu doğa katliamını engellemekti. Ben, bu gelecek kuşakların sorumluluğunu kuşanmış karşı duruştan çok etkilendim , fiziksel koşullarım onlarla birlikteliğe  uygun olmasa da   heyecanla bir kısa öykü kaleme aldım ve duygularımı sizlerle paylaştım. Öykünün sonu olmasını dilediğim gibiydi, ama “gerçekte” ne oldu?

 Yanlarında develeriyle günlerce yürüyüp belirledikleri tarihte  Ankara’ya  ulaştılar . Gölbaşı’nda  durduruldular, on yedi gün boyunca  orada kalıp konuşma izni almayı beklediler.
Kırk gün ve gece boyunca hemen her yaş grubundan insanın büyük bir özveriyle kat ettikleri yolun amacı olan dertlerini anlatma çabaları ne yazık ki karşılık bulamadı. Sesleri seçim propogandası yapanların  bağrışları arasında duyulmadı bile.

Sonunda 7 Haziran’da büyük bir umutsuzluğun katladığı yorgunlukla  çadırlarını toplayıp evlerine, yerlerine geri döndüler.

Beni en fazla üzen ve umutsuzluğa sürükleyen, - hadi “yatırımdan, ekonomik değer yaratmaktan”  sadece yapılaşmayı anlayanları bir kenara bırakalım- , sözde bu kadar “farklı siyasi” görüş aktarıp, ülke yönetimine talip olanların içinde “ gelecek kuşakların doğal yaşam haklarının ipoteklendiğini” dile  getirenlere sahip çıkan  tek bir yüksek ses duyamamış olmamız. Bir çok “ farklı değere” yapılan muamele onlara da yapıldı: görmezden gelindiler,yok sayıldılar.  Çünkü onlar oy hesabına göre fazla bir  matematiksel anlam   ifade etmiyorlardı ve oldukları gibiydiler değerlendirmelere” göre “standart dışıydılar”,  kafa karıştırıcı, ezber bozucuydular. 

Neyse ki arada  Hopa’da “dereler” le ilgili de pankart açan vatandaşların uğradıkları hışım tüm ülkenin –medya- alakasına  mahzar olabildi.: bir  emekli  vatandaş ölmüş, bir  devlet görevlisi de ağır yaralanmıştı. 

İşte “demokratik toplumumuz” da  “yaşam hakkı” çığlıklarıyla yola düşen insanlara reva görülen son. Ben bu “demokratik iklim”den hiç memnun değilim. Bedel ödeyenler  hep “kar-zarar hesabı yapmayan “ taraf olunca, “kapitalizm”in,  yarattığı despotların  sonu nasıl gelecek?

Işık DEMİRTAŞ
8 Haziran 2011
Ankara Cumhuriyet Lisesi

2 yorum:

REM dedi ki...

bizde PLATFORM deyince,kibrit kutusu formunda ama dev boyutta bir set anlaşılır. Üzerine ya politikacılar çıkar, yapamayacakları şeyleri vaad ederler, ya da şarkıcılarla hopidi takımı çıkarak ses yerine süs gösterirler. futbol sahalarına kurulanıı vardır. binlerce insan koşar birbirini ezer, PLATFORMU görmek için..Bir de yeni moda topuklar.. gençlere sorun hemen bilirler.Biz bundan anlarız.Bu kadarızdır. Bu insanlara saygı duyar, yerlere kadar eğilir, ceket bile ilikleriz. Mafyaya karışmış bir türkücünün ayağına gitmeyen üst düzey bürokratımız kalmaz. En yaşlı ve en saygın, devleti en üst kademelerde temsil edenler dahi hayret verici bir şekilde koşarlar. başka platform, doğa, su, yeşil, çiçek, hava bilmeyiz..
Dere akar Türk bakar..
Dere elden gider Türk hala bakar..Görmeye akıl gözü gerek..

Güzel yazıya teşekkürler.

Adsız dedi ki...

sevgili REM,
"platform" metaforunuza bayıldım, değerlendirmeniz için çok teşekkür
gene de umut etmek istiyorum:
"derelerin" ve herşeyin kıymetinin bilineceği günlere...