22 Eylül 2011 Perşembe

NİYETÇİ


Önünde duran bol köpüklü ve orta şekerli kahveden keyifle bir yudum daha alırken, karşıda seyreden balıkçı teknelerine, sahilde erkenden balık tutmaya gelmiş baba-oğula, çok sevdiği cafede sabahı mutlulukla karşılayan ve birbirleriyle sohbete dalan esnafa bakarak gülümsedi.İç sesini dinleyerek gelmişti bu sene bu sahil kasabasına.Aslında yıllardır hep geldiği ve çocukluğunun geçtiği yerdi bu kasaba.Ne izler bırakmıştı yüreğinde...Hesabı ödedi,ve kalktı.Canı kasabanın en eski ve en bilinen kalesine doğru yürümek istedi.Kale içinin yazları coşkuyla dolan kalabalığını,insan kahkahalarını,öpüşüp koklaşan genç çiftleri,ömürlerinin son baharında, elele, kale içinin deniz tarafında çay içmeye gelen yaşlı çiftleri hatırladı.O zamanlar herkes ve herşey güzeldi diye düşündü.Sonra genç bir kızın gözleriyle geçmişi andığını farkederek içindeki burukluğa rağmen oraya doğru yürümesi gerektiğini idrak etti. İçi acıyordu neden olduğunu bilmeden.Aslında farketmediği,geçmişiyle henüz yüzleşmediğiydi...Oraya gitmeli,hatırlamalı,belki de ağlamalı ve isyanlarını o kalede bırakıp dönmeliydi. Kale kasabanın tam ortasında tüm ihtişamıyla duruyordu.Bulunduğu mesafeden çok uzak değildi.Çantasından i-pod unu çıkardı ve en sevdiği parçayı dinlemeye koyuldu.Una Notte a Napoli diyordu şarkıcı...Napolinin o bohem ve eski havası,balkonlardan sarkan renkli çamaşırlar geldi aklına...Ne çok yer gezmişti ve hala da gezmek istediği yerler vardı.Hiçbir yere ait hissetmiyordu kendini ve bundan zevk alıyordu.Aidiyet duygusunu geliştirmiş olan mecburiyetleri olmasa, o bir gezgindi mesleği gereği aslında.Bedeni ve ruhu hep bir yerlerde seyahatteydi.Şarkı onu Napoliye götürmüş,kaleye nasıl yaklaştığını farkına varamamıştı...

Kalenin geçmişi Bizanslılara kadar uzanıyordu.Osmanlılar döneminde karşı adalardan gelebilecek isyanlara karşı kullanılmıştı.Osmanlı döneminde korsanlara karşı da bir karakol vazifesi yapmış olduğu için,adı Korsan Kalesi olarak da geçmekteydi.Yıllar sonra çevre düzenlemesi yapılmış ve geçmişten bugüne içindeki cafe ve restoranlarıyla yerli yabancı pek çok insana konukluk etmişti.
Kale kapısından içeri girdiğinde adımlarının hızlandığını farketti. Köşede Fethi babanın restoranını gördü, ve oğullarıyla kısa bir sohbete daldı.Fethi baba yıllar önce vefat etmişti.Kasabanın en güzel midye dolmalarını Fethi baba sunardı kendi elleriyle müşterilerine.Deniz mahsüllerinin lezzetini bir gelen bir daha unutmazdı.Öğleden sonra kendisine burada rakı-balık ziyafeti çekmeye karar verdi.Ama önce anılarıyla yüzleşecekti.

Kalenin merdivenlerinde kısa bir süre duraksadı.Nefes nefese kalmıştı.Orta yaşım mı böyle soluklanmama sebep olan,yoksa heyecan mı beni böyle duraksatan diye düşündü.Belki de buruk anılarıyla yüzleşmek üzere olmasıydı o kısa mesafeyi durduran... Ve... nihayet kalenin en yüksek noktasına ulaşmıştı.Surlardan küçük kasabanın muhteşem manzarası,komşu ada Samos tüm güzelliğiyle karşısındaydı.Birkaç adım geriledi.Sol tarafına,orada ağaçların arasına gizlenmiş çay bahçesine bakamıyordu....

Mert,Şan, ve Damlayla koşar adımlarla çıkmışlardı merdivenleri.Çay bahçesine biran evvel ulaşmak ve annelerinin çantalarından aşırdıkları kırmızı Marlboroları tüttürürüp buz gibi biralarını yudumlamak ve sohbet etmek istiyorlardı. -Heyyy Damla! ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden demiş şair,bu acelen ne kızım diye söylenmişti arkadaşına. -Hadi be! demişti arkadaşı...-Nutuk atmayı bırak,zamanımız kısıtlı zaten! İçtiği ilk sigaranın genzini yakan acı tadını buz gibi birasıyla nasıl giderdiğini hatırladı.Nasıl da büyüdüklerini ve rüştlerini ispatladıklarını sanıyorlardı o yaşlarda...Öyle ya, büyük adamlar gibi sigara tüttürüyorlar,onlar gibi kafa çekiyorlardı kendilerince.Henüz 17 yaşındalardı.Hayat hakkında hiçbir fikirleri yoktu ama heyecanları çoktu. Çay bahçesinden içeri girerken gözüne çarpmıştı o . NİYETÇİ......

Güvercinleri,saka kuşları ve tavşanlarıyla bir köşede duruyordu. Aslında gözü tezgahtaki hayvanlardan çok o tertemiz yüze takılmıştı.Uzun boylu,ela gözlü,temiz yüzlü delikanlı yaptığı işle hiçte bağdaşmıyordu.Birbirlerine utangaç bakışlar fırlatmışlardı.Çay bahçesinde arkadaşlarıyla otururken tüm cesaretini toplayarak yanına gitiğini hatırladı.

-Neden bu işi yapıyorsun sen?
-Neden böyle bir soru sorduğunuzu da ben anlamadım.Para kazanmanın helal olanı makbuldur.Yaptığım işte bir tuhaflık görmüyorum.Hem okul paramı çıkartıyorum, hem de insanlara umut dağıtıyorum.
-Bilmem..tatillerini tur rehberliği yaparak, daha eğitici işlerde çalışarak da geçirebilirdin.Çok manasız birşey bu yaptığın...
-Siz beni küçümsüyorsunuz küçük hanım.İstanbul Üniversitesinde Avrupa dillerinde okuyorum, emin olun kendimi yeterince geliştirmişliğim var ve hala da geliştirmeye çalışıyorum.Benimle senli-benli konuşma cesaretini nereden aldığınızı da anlayabilmiş değilim ayrıca.

Utanmıştı.Ve kendine kızmıştı.Hem saçma sapan bir iş yapıyordu bu delikanlı ona göre,hem de ukalalık taslıyordu kendisine.Başını öne eğmiş bunları düşünürken, niyetçinin kendisine yaklaştırdığı beyaz tavşan düşüncelerinden uzaklaştırdı onu.

-Hadi bakalım çektir birtane şu torbadan! Olmasını istediğin bir hayalin,bir dileğin varsa içinden dile.Belki Kuki biliyordur ne dilediğini.
-Kuki kim? Kafa mı buluyorsun sen benle! Zırva şeyler bunlar.Hadi sana kolay gelsin!

Arkadaşlarının yanına gittiğinde, kendi küstahlığından sadist bir zevk aldığını farketti.Böyle ukala insanlara hadleri bildirilmeliydi. Niyetçiymiş!! Aptalın biriydi işte. Damla ve diğerleri kendisiyle dalga geçerken, niyetçinin ona kaçamak bakışlar fırlattığını gördü.Kalbi neden hızla atıyordu ki? Neden yüzünü al basmıştı? Anlam veremiyordu ve içi daralmıştı.Kalkmak istediğini söyledi diğerlerine ve eve gitti.

Sonraki günler,niyetçi Serdarla büyük aşklarının başlangıcı olacaktı.Hiç kimseye bundan söz etmemeye karar verdi.Küçümsenmek istemiyordu.Prestij ve kalite o yaşlarda çok önemliydi. Kale artık eviydi.Kaledeki çay bahçeleri ise gizli mekanları. Serdarın kendisine tatil ilan ettiği günlerde gün batımını surlardan izlerler gelecekten bahsederlerdi. İlginç ve bir o kadar da duyarlı bir çocuktu Serdar.Ne kadar çok şey öğretmişti ona...Sonbaharda üniversite sınavlarına hazırlanacaktı. Serdar'dan cesaret alıyor, İstanbula gitme hayalleri kuruyordu. Tercüman olmak istiyordu.İstanbulun en iyi üniversitesinde konuyla ilgili eğitim almak ve sonra dünyaya açılmak istiyordu.O yaşlarda kafasına koymuştu gezgin olmayı,olabildiğince dış dünyalara açılabilmeyi,ve keşif duygusunu yaşamayı...

Zaman ne kadar da çabuk geçiyordu.Tatilin son günleri ikisine de garip bir hüzün çökmüştü. Son akşam doğum günüydü.18 yaşına basıyordu.Artık o rüştünü ispatlamış bir genç kız olacaktı.Ama bu bile onu mutlu kılamıyordu çünkü Serdarla aralarına mesafeler girecekti. Niyetçi tezgahına vardığında, hüznün çevrelediği ela gözler yüreğini deldi geçti.Sımsıkı kucakladı onu Serdar.

-Gözlerini kapat lütfen!
-Offf yapma bana bunu! Neden ki? Ne yapacaksın?
-Ya kızım rahat dur bir! Dediğimi yap işte.
-Peki...
-Tamam,şimdi açabilirsin.

Gözlerini açtığında Kukinin ağzından sallanan kalp kolyeyi gördü. Gözleri dolmuştu.Çerçevenin içinde Serdarın gülen gözleri ona bakıyordu. Parmaklarının bu hüzünlü hatıranın kendisine bıraktığı mirasta gezindiğini fark etti birden.Serdarın resmini okşadı.Gözlerinden gelen yaşlara hakim olamıyordu artık.

Tüm sene boyunca mektuplaşmışlardı.Mümkün olduğunca çok telefon açıyordu Serdar ona.Sınavla ilgili cesaret veriyor, kendisini iyi hissetmesine sebep oluyordu. Hatıra kutusunda Serdar'ın ona sınavlardan sonra açması için söz verdirttiği minik niyet kağıdına öylece bakıyor,Serdarı çok özlediği zamanlarda gidip onu açmamak için kendisini zor tutuyordu.Ama söz vermişti sevdiğine...sınavlardan sonra kağıdı okuyacaktı...

Nisan ayının ortalarında Serdardan haber kesildi.Artık ne mektup geliyor ne de telefon açıyordu.Sırra kadem basmıştı delikanlı.Öfkeleniyordu...Unuttu işte beni...diye düşünüyordu.Başka birini buldu ve unuttu.Zaten gözden uzak olan gönülden de ıraktır... Yine de gururu öfkesini yenmiş,bir kaç mektup göndermişti. Hiçbirine cevap alamamıştı. Üniversite sınavlarına buruk girdi.Herşeye rağmen Serdarın sözlerini hatırlayarak... -İstanbul'da birarada olacağız birtanem.Kazanacaksın biliyorum! Kazanmalıydı.Gidip Serdarı aramalıydı koca kentte...Serdar bir amaç olmuştu artık genç yüreğinde.Sınavı kazanamazsa,onu bulamayacağını hissediyordu.

Nihayet sınav sonuçları açıklanmıştı.Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık bölümünü oldukça yüksek bir puanla tutturmuştu.Mutluydu,kendisiyle gurur duyuyordu.Eğer kendisini hala unutmamışsa,eğer bir sevgilisi yoksa tekrar görüştüklerinde Serdar da onunla gurur duyacaktı.Hatıra kutusuna hala bakmamıştı.Kasabada yeniden Serdarı göreceğini umut ediyor,kalede,gizli yerlerinde o niyet kağıdını onunla açmayı istiyordu.

O uğursuz ve kara cumartesiyi hatırladı.Yazlıktalardı.Vardıklarının hemen ertesi günü aceleyle fırlamıştı evden.Üniversitelerde kapanmıştı.Serdar da yaz harçlığını çıkarmak üzere tekrar kasabaya gelmiş olmalıydı, bu kadar kolay unutulmazdı aşkları...Belki de başka birşey olmuştu istemeden,irtibatları kesilmişti...Ama aşkları bitmezdi.Bitemezdi...

Avucunda sımsıkı tuttuğu niyet kağıdıyla kalenin en yüksek tepesine çıkmış,çay bahçesine ulaşmıştı.Serdar'ı gözleri aradı.Yoktu...Yüzü ağlamaklı çay bahçesini işleten Ufuk beyin ofisine yöneldi.

-Ufuk ağabey merhaba,nasılsınız?
-Aaa merhaba iyiyim canım,sen nasılsın? ne yaptın sınavı?
-Kazandım.İstediğim bölümü hem de.Sağolun. Ağabey...birşey soracaktım...
-Serdar'ı soracağını biliyorum Yeşim.Sana nasıl anlatacağımı,ne diyeceğimi bilemiyorum...
-Ne oldu? Beni unuttu o.Birisini buldu herhalde,hiç affetmeyeceğim onu!
-Yeşim....Serdar 2 ay önce bir trafik kazasında hayatını kaybetti.Pırıl pırıl bir delikanlıydı.Gelecek vaad ediyordu.Hepimiz çok üzgünüz,lütfen sen de metin ol.Onu hep iyi hatırla.Ne kadar şanslısın ki Serdarla harika bir aşk yaşadın.Lütfen bu tesellin olsun.

Dünya başına yıkılmıştı.Ufuk ağabeyin cümlelerini duymuyordu artık.Parmakları gevşemiş,avuçlarında sımsıkı tuttuğu niyet kağıdı yere düşmüştü.Eğildi, kağıdı yerden aldı ve açtı.

'' Tutamadığım ellerin, yağmurun olsun. Sarıpta doyamadığım tenin,baharın olsun. Öpemediğim gül tenin,kara toprakta bile suyum,ilacım olsun.... Seni hep seveceğim liselim....''

Aradan geçen 20 yıla rağmen hatıralar hala taptazeydi. Kale naif anıların şahidiydi ve tüm heybetiyle yerindeydi.Serdarın niyet kutusu,Kuki ve diğer hayvanlar belleğinde hala taptaze yerlerini muhafaza ediyorlardı. Son bir bakış fırlattı çay bahçesine,Serdar'ı ilk tanıdığı yere, ve Fethi baba'nın restoranına yöneldi.

-Uğur,bir 20 lik açsana bana!
-Olur abla, Yeni mi olsun?
-Evet,evet.Bir de beyaz peynir,kavun ve babanın o leziz midye dolmalarından isteyeceğim.
-Derhal abla, dur sana bir de sanat musikisi koyayım,efkarın katmerlensin!
-Efkar dağıtmaya geldik çocuk,katmerlemeye değil, hay seni deli..

Hayat herşeye rağmen devam ediyor,martılar, gökyüzünün serseri çocukları herşeye rağmen kanatlarını özgürce çırpıyorlardı.Hala sakladığı niyet kağıdı ve rakı kadehi elinde, ünlü bir şairin şiirinden bir dörtlüğü mırıldandı:

Şu akşamlar yordu beni
Yıldız,yıldız vurdu beni
Hatıralar sardı beni
BEN SENİ,HİÇ...UNUTMADIM....

Nilay Giray'88

3 yorum:

ayten erarslan dedi ki...

Nilay'cığım,
Kalemine, yüreğine sağlık..Bu nasıl bir anlatım, nasıl bir kurgu??? Muhteşem bir hikaye ve çok güzel yazılmış...gözyaşlarımı tutamadım..
Daha önceleri neredydin ? Tam gaz devam lütfen..Seni tüm yüreğimle kutluyorum,kocaman sarılıyorum..Sevgiler

ayten erarslan dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Nilly dedi ki...

Çok teşekkür ederim desteğinize Ayten ablacığım,değerli yorumlarınız benim için çok önemli.ACL grubu bünyesinde olmaktan ve sizleri tanımaktan çok mutluyum:-)