5 Eylül 2011 Pazartesi

ESKİ ÇİZGİ ROMANLAR

Sakin, dinlenmiş ve zamanımızın abuk sabuk gündemlerinden arınmış bir ortam bulabildiğimizde; Geçmişte yaşadığımız saf, yalın, masumane fakat eğlenceli bir yaşamın özlemini çekmek, o günlerde küçük mutluluklarla avunmuş olmak; İnsanoğlunun tabiatında var olsa gerek. Belki gelecek nesiller, şu anda yaşadığımız günleri, aynen bizim gibi kendilerinden sonrakilere büyük bir iştahla anlatmaya çalışacaklar ancak, gerekli ilgiyi göremeyecekler.!! Sanırım bu konularda sermayeleri ve gelişmiş duyguları asla olmayacak.. Bizleri Küçük yaşlarımızdan beri yönlendirmiş olan bazı alışkanlıklarımızı zaman zaman hatırlayıp, aynı duygularla dolu diğer arkadaşlarıma da hatırlatabilirsem ne mutlu bana .


Anılarım gözlerimin önüne gelirken onların gerçekleştiği mekanlar bana zemin hazırladığı için alakasız gibi gözüken bazı ayrıntıları kullanmak mecburiyetinde kalmam sizi rahatsız etmez sanırım..1955 yıllarındaydı. Alsancak’ taki eski Rum evinden Şirinyer’e taşındık. Hipodrom’da atların koştuğu çim pist, bahçemizin duvar çitinin hemen arkasında kalıyordu. Hep atların koşularını bedavadan seyrederek büyüdük, hatta ilkokulumuzun daimi piknik yeri de hipodrom’du. Uzun yıllar oturduğumuz bu ev 10-15 yıl öncesine kadar hala ayakta kalabilen, büyük bahçeli muazzam bir konak’tı. Hatırladığım kadarıyla, alt ve üst katlar kendi aralarında bölünerek 4 ayrı aileye kiralanmıştı. Üst katta başöğretmenimiz Asım Bey oturmaktaydı, bazı yaz akşamları, sahibi olduğu, makaralı sinema makinasını kurup biz komşularına, siyah beyaz sesli kovboy filimleri oynatırdı.



Akşam üstü görevinden dönen peder bey, az ilerideki, fırından sıcak ekmek alma bahanesi ile; Tren istasyonu yakınında, arkadaşlarının toplandığı asma altındaki mütevazi mekana gider, iki tek atardı, Çünkü; Hayatı boyunca , validenin huzur vermemesi nedeniyle, ağız tadıyla içki içmek fırsatı olmamıştır..İşte peder beyi o saatlerde hafif çakırkeyf olarak burada yakalayabilirsem, sus payı olarak, yevmiyeyi çıkartırdım. Uyguladığım taktik şöyleydi, masaların aralarından gizlenerek yanına kadar gidip, vakit kaybetmeden, bozuk paralarının bulunduğu cebine hamle yapar, yalvaran bir eda ile ‘’Baba yirmibeş ‘’diyerek boynumu büker beklerdim. Verdiği parayı nereye harcayacağımı çok iyi bildiği, için ikiletmeden ödemeyi yapar ben de koşarak, ‘’GASTECİ’’ Kemalin küçük dükkanına giderdim. Vitrinde bütün ‘’albeni’’siyle karşıma dizilen; Üzerinden matbaa mürekkebinin kokusu buram buram tüten, ,rengarenk yeni seri çizgi romanları incelemeye başlardım. Fasiküller halinde yayınlanan bu resimli romanlar daha ucuz olduğundan ve önceki sayısı en heyecanlı yerde bittiği için yeni çıkan sayıda maceraya kaldığı yerden devam edebilmek için özellikle sırasıyla almaya çalışırdım. Hepimizin KİTAP diye tanımladığı bu çizgi romanların cilt’ler halinde yayınlanan çeşitleri de vardı, fiyatı pahalı olduğundan onlara sahip olmak ayrıcalıktı.. Daha okula bile başlamamış ben yaştaki çocukların, kendilerine okuma yazma ve harfleri öğretecek öğretmenleri ile tanışmadan, bu nadide kültür hizmetinden bir şekilde faydalanmamış olmaları imkansızdı. Peder bey de bu tip mecmualara oldukça meraklı idi ve benim aldığım sayıları hemen okurdu. Onun da kitap değiş tokuşu yaptığı yetişkin arkadaşları vardı. Neticede ‘’PARATUZAĞI ‘’ olan, öncelikle çocuklara daha sonra yetişkinlere ve de her kültür seviyesine kolayca hitap etme imkanı bulan bu pazarda; Yayınevleri dışında kendiliğinden gelişen yine çocuk yaştaki müteşebbisler sayesinde tüm yurdumuzun her yerinde ,aynı ilgiyi gören borsalar ve 2. El satış yerleri, kitap sergileri türedi. Fiyatıları 25-30 Krş’lar seviyesinde olan bu resimli romanlar (sahibi tarafından sıkı denetlenen ) okumadan resimlerine ‘’BAKMA’’ 10 Krş, Sergide ‘’OKUMA’’ 15 Krş, DEĞİŞTİRME 20 Krş gibi fiyatlar ile değerinin çok üstünde rant sağlayan bu sektör sayesinde ,‘’İŞ ADAMLIĞI’’na adım atmış birçok başarılı ticaret erbabının da yetişmiş olduğu, kaçınılmaz bir gerçektir. Çocuklar ve toplumun bir kesimi daha TV ve diğer yayın organları olmayan o dönemlerde, çizgi romanlar sayesinde; tanımadıkları birçok ülkeyi, insanları, ırkları, yapıları, medeniyetleri, Kızılderili, inka, maya uygarlıklarını, Kovboyları, yaşantılarını, kıyafetlerini, rangerleri, vatanseverlik kavramını, ingilizleri, koloniciliği, hayvanları, iyilerin kötülere olan mücadelesini hep ilgi ile izlediler. İyilerin kötülere geç de olsa üstünlük sağladıkları TEMA’sı sıklıkla işlendi. Önceleri toplum baskısı ile büyükleri tarafından çocukların elinden alınıp yırtılan bu kitaplar daha sonraları onlarında, yavaş yavaş ilgisini çekmeye başladı ve okuyucu kitlesi hızla büyüdü.


Bütün karşı koymalara karşın; Bu gün için bile masumiyetleri konusunda asla şüphe duymadığımız resimli çizgi romanların cemiyet hayatımıza vurduğu damga hiçbir zaman inkar edilemez. Bazen keşke bu kadar detayı ile hatırladığın, dikkatini, emeğini, eskittiğin beyin hücrelerini başka konuya kaydırsaydın, şimdi prof olurdun gibi vazgeçilmez bir hisse kapılıyorum. Zararı yok ben böyle de çok mutluyum. Bundan sonra gelecek olan yazımda acizane bilgim dahilinde; Çizgi resimli roman konusunun derinliklerine inerek kaleme almaya çalıştığım, sizlerin unuttuğunuz, hatırlamakta güçlük çektiğiniz birçok kahramanını günümüze taşıyıp sizlerin yüzlerinizde tatlı bir tebessümle okumanızı sağlayabilirsem çok mutlu olurum..

Ahmet Sıtkı Özsancak 

Hiç yorum yok: