22 Ağustos 2011 Pazartesi

O TABAK BİTECEK!

Bu sene anneler gününde bir beyaz eşya markasının yaptırdığı reklamın nakaratı, ilk duyduğum günden beri mütemadiyen zihnimde dolanıyor ve gülümsememe neden oluyor.


“O tabak bitecek, cek, cek, cek..”

Anneannelerimizin, annelerimizin ve bizlerin çocuklarına söylediği her bir cümle annemizin el kitabından çıkmışcasına, bu reklamda bir araya getirilmiş. Gerçekten çok başarılı, tekrar tekrar dinlemekten kendimi alamıyorum.

Ama bir şeyi unutmuşlar ki, şu ara yeniden çok güncel oldu.. “Afrikalı açlar” meselesi...

Tabağımızdaki yemeğin başında geçen süre uzadıkça, hepimiz annelerimizden Afrikalı açların hikayelerini dinledik durduk yıllarca. Biz yemeğe ailecek oturup, afrikalı açlarla kalkardık mutlaka, bizim yemek geleneğimizin bir parçası olmuştu bu ritüel.

Onlar yemek bulamazken biz çoktan doymuş olan midelerimize, sırf annelerimizin, yürekleri rahat etsin diye, daha fazlasını doldurmak zorundaydık çünkü..Sizi bilmem ama ben tabağın başında bir saatden fazla oturduğum günleri hatırlıyorum.  Tabaklar mı çok büyüktü, kepçeler mi, yoksa ben mi çok küçüktüm bilmiyorum ama, tıka basa doyduğum halde, yemeğin yarısı hala bir şekilde tabağımda kalıyor olurdu. Yemeğin bu ikinci yarısına eşlik eden “Afrikalı açlar” hikayesi ise bir süre sonra zaten bir kulağımdan girip öbüründen çıkmayı bırakın, kulağımın dış kenarından direkt kapı dışarı ediliyordu.

“O tabak bitecek, cek, cek, cek..”

Ve o tabak ya yediklerimi püskürterek boşaltmamla ya da şiddetli karın ağrısı ile masadan iki büklüm kalmamla da sonuçlansa öyle ya da böyle biterdi. Afrikadaki açlara karşı görevim de böylece tamamlanmış olurdu. Onlar aç olduğu için benim tabağımdaki yemeğin bitmesi gerekiyordu.  Ben yemeğimi bitirince Afrikalı açlar da doyuyormuş gibi, konu hop diye kapanıyordu. Bir çeşit umacı hikayesiydi yani bu.. Oysa Afrika’da açlık ciddi bir sorundu ve biz “we are the world” dük. Her akşam tabağımıdaki yemeği bitirerek Afrikaya destek olduğumu sandım ben yıllarca, “we were the children”.

Bu güne değin kendi oğluma yemek yemediği için - ki annemin ahı tutmuş olmalı benden beter iştahsız kendisi- bir kez bile Afrikalı açlar örneğini vermek aklıma gelmedi aslına bakarsanız benim, hep kendi sağlığı ile ilgili demeçler verdim. Yani öylesine kendimi kapamış ve beynimin arkasına itmişim ki bu konuyu, artık hatırlamak bile istemiyorum demek ki.

Biz böyle tabağımızdakini bitirince ”Afrikadaki açlar” meselesini çözdüğümüzü sanıp, artık aynı cümleleri duymaktan öğürdüğümüz den kırk kere de söylense duymamaya alışmış bir nesil olarak büyüdük. “Afrikadaki açlar”,  hala açlar oysa..

Büyüyünce anladık ki bizim bitirdiğimiz tabakların onlara bir faydası yokmuş. Keşke o zamanlar tabağımızı bitirmek değil – ki ülkenin hali tabağını silip süpürmeye alışmış bir nesil yüzünden bence bu halde- tabağımızdakini paylaşmak öğretilseymiş hepimize.. Afrikadaki açlara yardımın tıka basa dolmuş midelerle değil, ihtiyacımız kadarını alıp, kalanını payşarak yapabileceğimiz de söylenseymiş. 

Bugün kimse kafamıza vura vura “Somaliye yardım lazım” demek zorunda kalmazdı. Diledikleri kadar desinler.. Biz duymayız ki, zihnimiz Afrikalı Açlara çocukken kapatıldı bizim.

Hala tabağımda kalmış son lokmaya bakarken Afrikalı açları düşünüp ağzıma atıyorsam ben bu işte bir terslik var demektir.

Hadi şimdi işimize bakalım..

“Bu tabak bitecek, cek, cek, cek..”

Aylin Kosovaeri Şahin
Ankara Cumhuriyet Lisesi.


3 yorum:

Abdullah Gürgün dedi ki...

Gereksinmemiz kadar alıp verbileceğimiz kadar verebildiğimiz gündür Somalili'nin ve kendimizin kurtuluş günü.
Yüreğimi ısıtan hoş bir yazı olmuş. Kutlarım.
Sevgiler
Abdullah Gürgün

Adsız dedi ki...

Çok teşekkür ederim :)
aks

remide dedi ki...

1970 yılında ACl den mezun olup Amerikaya gittiğim yazın ilk haftasıydı.2 kız kardeşimle elimize birer sepet alıp, kapı kapı yardım toplamıştık. OPERATION BREAD BASKET adı altında. Kapıya çıkan her kadın, içeriden paket paket en değerli yiyceklerden getiriyordu.Hayatımın ilk sivil örgüt çalışmasıydı!! O zaman da şimdikinin tıpa tıp aynı resimleri ortalıktaydı. O zamandan bu zamana sadece ülke adı değişti, kıta aynı kıta.. dert de aynı. Zaman tünelinden geçip 40 yıl geri gitmiş gibi oldum. Ve maalsesf bu sebepten ben de Aylin gibi, hiç birşey hissedemedim. Sultanahmet'te dilenip Eyüp'te sadaka verilen bir ülkedeyim. Ne diyeyim?
Aylin'in ellerine sağlık.