22 Ağustos 2011 Pazartesi

DEV YÜREK

Asıl adı Gülserin’dir. Herkes  onu Gülseren adıyla tanır. Yakınları da kısaca Gül der.  Türkiye’nin en uzun boylu kız basketbolcusudur. Ankara’lıdır

Yetmişli yıllarda  Kız Basketbol Kulüpler Türkiye şampiyonası sıklıkla İzmir’de yapılırdı. Haber, tüm gazetelerde DEV KIZ İZMİR’DE  diye manşetten verilirdi. O nedenle 68 kuşağı İzmir’lileri  de onu yakından tanır.

Gülserin, 2.05 lik boyuyla gittiği takımda,  şampiyonluk ibresini otomatikman değiştiren bir oyuncu olduğu kadar,  aklı, ahlakı ve kültürü ile de ‘ ideal kız sporcu’  modeli oluşturmuştu. Rahmetli babası ‘bu sağlam vücuda, sapasağlam bir eğitimden geçmiş bir de kafa gerekir’ diyerek kızını okuttu mimar yaptı. İstenirse ikisi de oluyormuş dedirtti herkese.

Salonlar Gül’ü seyretmeye gelenlerle doldu, boşaldı. Hayatında basketbol seyretmemiş ve spor salonlarına gitmemiş  ne kadar insan varsa, onun sayesinde sporla ve  kız sporcuyla tanıştı. İlk başta, gelenlerin büyük kısmı açık ağzını kontrol edemeyen, bu ağızdan çıkanı da duymayan ahaliydi.. Saflık ve eşeklik başka şeylerdir. Maçlar boyunca  ‘yuh deve, hayvan, bu ne biçim  insan’ diye yüksek sesle laf atanlara dayandı Gül.. Kimi zaman kızarak, kimi zaman kibarca uyararak, kimi zaman da duymamazlıktan gelerek,  gönül verdiği sporunu yapmaya devam etti.

Bir keresinde, Kemeraltı’nda yürüken, Gül’ü görünce ‘tıp’  oynar gibi kalakalmış bir anne  toparlanıp yanında zırıl zırıl ağlayan kızını azarladı:  ‘Sus kız, bak seni bu öcüye veririm’.

Gül’ün gözlerinde hep bulutları, yüreğinde de hep ateşleri oldu. Yine de tek bir gün bile göz önünden kaçmayı, gücenip kenara çekilmeyi düşünmedi.

İnsanların kendisine özensiz ve çekincesiz davranmayı kendilerinde hak görmelerini de affetti Gülserin..

O ve onun gibi bir avuç kız sporcunun yüce bir amacı oldu her zaman:  Sporu sevdirmek, yaymak, özendirmek ve kız sporcular  yetişmesine önayak olmak. Bunun için her biri dev bir yürek koydu ortaya..

Yıl 1972..  Günlerden bir gün….

Yozgat’ta oynanacak bir kız basketbol maçını tüm kent duymuş ve akın akın spor salonunu doldurmuştu. Maça kadınların geldiği o güne kadar görülmemişti. Aileler  ‘şehre sirk ya da eğlence gelmiş’ düşüncesiyle   tribünlerde yerlerini aldılar. Sonuçta  o tarihte Yozgat’ın da Gülserin’in karşısına çıkaracağı bir kız basketbol  takımı vardı ama  kimsenin haberi bile yoktu,  zaten amaç maçı seyretmek değildi.

1.60  boy ortalaması ile Yozgat kız takımı oyuncuları, 2.05 lik  Gül’ü görünce pek  gülemedi!  Bir de, salonun tarihinde hiç görülmemiş olan kalabalığın uğultusunu duyunca yüzlerindeki son pembelik de  uçtu gitti  gariplerin.. Ama bu bir dostluk maçıydı,  sporu tanıtma ve sevdirme amacı taşıyordu, elbette tolore edilecekti.

Her şey tamamdı ama kızlar  maça eşofmanlarıyla  çıkmak  istiyorlar ve ısrar ediyorlardı. O tarihte kız sporcuların  kıyafeti, siyah  kalınca bir  mus külot ve üstünün  forması  şeklindeydi.

‘Her sporun kendisine ait  prensipleri vardır ve kendisini tanımlayan bir kıyafetle temsil edilir’ dedi misafir takım da, başka bir şey demedi.  Dakikalarca süren ısrarlar sonucunda da geri adım atmadılar, oyunu başlatmadılar. Yozgatlı kızlar sonunda maça  o sporun kendi kıyafeti ile  çıkmanın bir disiplin gereği olduğunu anladılar.. Neşe içinde dostça kardeşçe  bir özel maç oldu.

O cici kızların hepsi şimdi anne ve hatta anneanne. Gül ile birlikte bir avuç öncü kız  ateşledikleri meşaleden  sebeplenmiş olan annelerin  her birinin kendileri gibi  birçok sporcu yetiştirdiklerinden  eminler. Çok gururlular. Bu emeği de gururu da kimsenin bozamayacağına, kesinlikle inanıyorlar.                                                                                   
                                                                       ……….

Şort giydiği için bir sporcuya otobüste dayak atan kişi ve benzeri kafalar, aslında vücutça ve beyince kendilerinde eksik bulunanların telafisine çalışan kayıp kişiler.. Gülserin gibi yapalım, onları hoş ve boş görelim.

Hatta ben olsam bu kişiye, kız maçları için  yıllık abonman bileti hediye verir,  onu bir yıl boyunca çıplak bacak seyretmeye mahkum ederdim!!  Nasılsa baka baka bir zaman sonra bıkar ve kendisini gerçek anlamda  maçın heyecanına kaptırmaya başlardı. Böylelikle belki bir spor ve insan sever  kazanabilirdik.

Remide Arsan 
Ankara Cumhuriyet Lisesi 

Hiç yorum yok: