12 Kasım 2011 Cumartesi

BAYRAM CİCLERİMİZ KOYNUMUZDA UYURDUK…


Televizyonun ilk zamanlarında, yani gençliğimizde spiker, yaşlı tonton çifte mikrofon uzatır, ‘teyzeciğim, amcacığım, sizin zamanınızda bayramlar nasıl olurdu, bize anlatır mısınız ?’ diye sorardı.

Şimdi bayramları anlatacak yaşlı kişiler biz olduk..Bayramları en güzel haliyle en son yaşayanlar biziz.. Korkarım bizim ellerimizde de öldüler.                   
                                       …………….


Çocukluğumuza doğru bir uzanalım bakalım daha neler hatırlayacağız :

Bayram, geleceğini bir ay önceden belli eder ve 10 15 gün kala da tüm evlerde heyecanlı koşuşturma başlamış olurdu. Bizim de içimiz kıpır kıpır ..

Her şeyden önce, bizim çocukluğumuzda bize ‘yeni bir şey’ sadece bayramlarda alınırdı. Bu şey, çok kapsamlı bir şeydi!!

Yani yeni giysi, ayakkabı, elbise, gömlek, oyuncak, bisiklet , top , kitap, çeşit çeşit tatlı, yemek, gezmek vs. gibi...... 

Tepeden aşağı yeni giysilerle donatılırdık ama bunlar bayramdan önce giyilmezdi. Bizim aramızda, bayram giysisi ve yeni ayakkabısı ile koyun koyuna uyumayan kimse yoktur!

Geçim yapmak çok güç şartlarda olduğundan ailede herkes bu bilinç ve terbiye ile bir dayanışma içinde olurdu. Bayramlar dışında bir beklentide olmaz ve olur olmaz zamanda istek dile getirmezdik. Bu nedenle bayramlar çoğunlukla çocukları sevindirmeye endekslenmişti.

İşin daha da güzel tarafı, fakir, zengin, orta halli, her kim olursa olsun , çocuğunu bir şekilde yüzünü güldürmek için çaba ve para harcadığından, her çocuğun elinde yeni ve oynanabilir bir oyuncak olurdu.. Uzun sopası olan ve sürerken trilingg sesi çıkaran zilli bir araç(!),teneke kamyon, teneke tabanca, yo-yo, topaç, bez bebek, maytap, tüfek, elişi kağıdından yapılma fırıldak, uçurtma ve benzeri bayram hediyeleri ortalara çıkar, mahallece bundan yararlanırdık. En güzel hediye iyi cins bir toptu.. Futbol topu daha rüyalara bile girmemişti o zaman. Orta halli bir topla herkesin katılabildiği pek çok oyun oynanır ve topun sahibi küstürmemeye çalışılır, ona iyi davranılırdı. 'Verin topumu ben gidiyorum' esprisi buradan kaynaklanmaktadır.     

Bayramlarımızda genellikle aile büyükleriyle bir araya gelinirdi. Yüklüklerden yataklar, kar gibi çarşaflarla kaplanmış renkli saten yorganlar, kenarları dantel işlenmiş yastık kılıfları ve uzun yastıklar ortaya çıkardı. Biz çocukların karyolaları misafire verilince sevinirdik. Çünkü o zaman geceleri bayıldığımız yer yataklarına yatar, sevdiğimiz ve bizi seven bir akrabamızın kollarına kıvrılmaktan büyük keyif alırdık.

Bayramlar daha çok şımartılmak, daha çok sevilmek, daha renkli sofralara oturmak daha neşeli sohbetler yapmak demekti.. Bu esnada da radyoda bayram şarkıları çalar, müzik bu yemek kokularına karışırdı. Radyo sanatçılarının çaldığı Harmandalı ve Nihavend Longa bayram sabahlarının vazgeçilmeziydi. Sonra da ses sanatçılarından teker teker şarkılar gelmeye başlardı.

Bu seslerle büyümüş olan bizim kuşağımızdaki her kişi, kendi öz müziğimize duyarlıdır. Bu ses, damarlarımızın içinden geçerek tüm içimize, beynimize, hücrelerimize yayılmış, ruhumuza işlemiştir.

Bayramlarda ikram tarzı ve sırası birbirine benzerdi. Önce limon kolonyası tutulur sonra da çeyizlerden çıkarılan kibar kadehlere likör konularak, yanında şeker, badem ezmesi veya çikolata ile birlikte ikram edilirdi.


Sigaralar kendi orijinal paketlerinden çıkarılarak, düzgün bir biçimde bir tabağa yerleştirilmiş olurdu. Babalar Harman, Yenice, anneler de havalı olsun diye kırmızı uçlu Bahar sigarası içerdi.

Akşam saatlerindeki bayram skeçlerinde, Orhan Boran’ın şımarık Yuki’sine, Uğurlugil Ailesinin Arap bacısının ‘kuşuk bey dol(nu)ma doldurdum afiyetle yiyin’ şeklindeki gaflarına saatlerce güler, neşelenir eğlenir, bol bol sohbet ederdik.

Bu arada, sobanın üzerinde kestane pişirilir, mısır patlatılır, çeşit çeşit tatlılar, hormonsuz meyveler ortaya gelirdi. Radyo başına toplanan büyük - küçük herkes radyo tiyatrosuna hazırlanırdı.. Çok güzel seslendirilmiş hikayeleri heyecan içinde, çıt çıkarmadan dinlerdik.  


O zamanlar, yakınlarımızdan gelen bayram kartlarını okumak ve bayramımızı tebrik eden sevdiklerimizi anmak çok önemli ve değerliydi.. Birkaç satır yazı dünyalara bedel olurdu… Zira bizim başkaca haber alabilme, kutlama veya kutlanma aracımız yoktu. Hep gözümüz de gönlümüz de yollarda olurdu.

Telefon yok, bilgisayar yok, cep mesaj yok, mail atmak yok, chat yapmak yok televizyon yok.. Yok yok ..

Tek bir bağ vardı: Sevgi 

Tek bir bağlantı vardı: Mektup 

Tek bir iletişim vardı : Sohbet .

Ayrı odalarda ayrı programlar izlemek ne demekti ?

Kelimeler ete kemiğe bürünmeden, ekrandan ekrana sohbet yapmak ne demekti?

Aşkını bir cep telefonu mesajına sığdırabilmek ne demekti?

En çok postacılarımı özlüyorum..

Remide Arsan









Hiç yorum yok: