20 Temmuz 2011 Çarşamba

TANRI İYİ İNSANLARLA KARŞILAŞTIRSIN

90'lı yılların başı...Sovyet zinciri kopmuş, her cumhuriyet bağımsızlığını ilan etmiş, 80'li yıllara kadar yaşanan gönenç, son on yılda bitmiş, tükenmiş, her bir ülke, bizim Bitlis'in 30 yıl kadar önceki hali... Yoksulluk, sefalet, işsizlik, karamsarlık diz boyu... O yıllar, özellikle Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetlerini öncelikle ülkemiz tanımış, herbirinde birer büyükelçilik açılmış, Bir an önce yeni dünyaya adapte olsunlar diye din müşavirinden tarım müşavirine tüm devlet kurumlarından görevliler gönderilmiş...

Memuriyetimin neredeyse üçte biri diplomaside geçti. Son görev yerim Taşkent Büyükelçiliği Ekonomi Müşavirliğiydi. Büyükelçiliğimize yaşlı bir Kültür Müşaviri atandı. İktidarlar değişince, üst kademe derhal yurt dışı tayine gönderilir. Kültür Bakanlığı'nın en üst düzey görevlisiyken hükumet değişmiş, buncağızı Taşkent'e göndermişler. Adamcağız aksi, asabi, huysuz bir ihtiyarcıktı. Belki bu kadar değildi aksiliği ama bu yoksulluklar ülkesinde tek başına kalınca muhtemelen daha da arttı. Ama yine de o ne denli aksi olsa da, biz gençler ona elimizden geldiği kadar yardım etmeye çalışırdık.



Akşam üzeri hem toplumun nabzını tutmak, hem de alışveriş için Alay Pazar'a gider, meyve, sebze alır, eve dönerdim. Pazarın girişinde yaşlı bir rus kadını eski bir akordiyonla eski rus melodileri çalar, gelen geçenden para almaya çalışırdı. Ben iyi bir dinleyicisi olmuştum. Her seferinde birkaç bozuk para attığımdan beni her görüşte şerefime "Kalinka" çalardı.

Günlerden bir gün Özbekistan Filarmoni Orkestrası Türkiye'de konser vermek üzere davet edildi. Gecenin bir vakti, Orkestra üyelerine uçak biletlerini vermek ve onları Türkiye'ye uğurlamak üzere Kültür Müşavirimizi aldım, havaalanına gittik. Herkes elinde enstrümanı, önümüzden geçiyor,

Biraz ilerimizde bana "kalinka" çalan yaşlı rus hanımı gördüm, Kültür Müşaviri'ne; bakın benim kalinkacı da gidiyor galiba dedim. Kültür Müşaviri hışımla karşımızda duran Orkestra şefine gitti, birkaç dakika hararetle birşeyler tartıştılar, sonra geri döndü.

-Ne oldu, ne konuştunuz, dedim

-Sorma, dedi, Şefe; o kadın Alay Pazar'da akordion çalıp, dileniyor. Onun ne işi var Türkiye'de, o gitmesin dedim,

Şef demiş ki; kadıncağızın damadı Rusya'ya kaçtı, bir kızı, bir de torunu var. Aldığı maaş 25 dolar. Bu maaşla ne kendisi, ne de evdekiler geçinebilir. Ne yapsaydı yani, bu yaşta yapabileceği tek şey akordionunu çalıp, evine biraz para getirmek. Kötü bir şey yapmıyor ki...

Bir an düşündüm, 80 yaşında bir kadın, MUTLULUKTAN DEĞİL, ÇARESİZLİKTEN yaşama sıkı sıkı sarılmış, yaşlı bedeniyle evine para getirebilmek için elinden ne gelirse yapmaya çalışıyor. Ömrünün son günlerinde hala büyük acılar yaşıyor...

Gökten üç elma düştü denir ya öykülerin sonunda; bu öykünün sonunda bana bunlar düştü:

Kimse yaptığı işten dolayı küçümsenmesin...
Tanrı gördüğünden ayrı koymasın....
Tanrı iyi insanlarla karşılaştırsın...

Bakalım size ne düşecek...
Yaşar Cengiz Çınar
Ankara Cumhuriyet Lisesi

1 yorum:

Halit Oner dedi ki...

Yaşar bey,yine tadına doyulmayan bir anlatımla bizleri etkilediniz.
Bize düşeni soruyorsunuz;Benim yüreğime bir od düştü.
Önemli bir orkestrs'da çalabilecek güçte bir sanatçının yaşadığı zorluk ve sıkıntının hüznüne büründüm.
Aksi kültür müşaviri amcamıza'da birşeyler düşmüştür herhalde gerçeği öğrenince.
Halit Öner