20 Mayıs 2011 Cuma

İKİ KAFADAR (1)

Yazılarına; 
Yıl ... falanca diye başlar ağır ve havalı yazarlar..
Bilge bir kişidir anlatacak olan.. Okuyan herkes dikkat kesilir.. Adam kimbilir  o zaman diliminde neler yaşamış diye. Ciddi bir başlangıçtır çünkü..

Benim yazım da 
'yıl 1967....... efendiiim..  Ben o zamanlar çiçeği burnunda değil de yanağında olan bir hippy'   diye başlıyor..

Bu bir okul anısı olduğundan benimkinin ciddi olması mümkün değildi tabii..

Lisede II de  hayatımın dostu ile tanıştım. Çok kafa dengiydik, birkaç dakikada kaynaştık, arkadaş olduk. Tozlanabilme özelliğine ve eskiyebilme sağlamlığına sahip,  bir dostluğa dönüştü. Meğer aynı mahalledenmişiz. Ben 8. ve 6. sokağın kesiştiği köşede oturuyorum. Onlar da 6. sokaktalar.

Zaten bizim Bahçeli'de  aynı okullu olanlarlar ya mahalleli ya da komşudur.

Her zaman en öne oturduğum sıraya geldi, çöreklendi. Önce sıradaşım oldu, sonra sırdaşım oldu. Sonra da herşeyim .. Tam 4 mevsimlik dostum sevgili Güler..(Kızıltün).

Ben, yaşamımda bir türlü ılık ve yağışlı Akdeniz iklimini tutturamadım.
Benim  iklimlerim hep sert geçti..  Özellikle öldürücü  kışlarımda o beni öyle bir sarmaladı ki..

Bedenim buz tutmuş.. Yüreğimde yangınlar.. Böylesi onulmaz hastaya çare ne ola ki demedi.. Formülü bulmuştu. Dostluğu büyülüydü.

Sıcak kolları  bedenimin buzlarını  çözdü, çözülen buzlar da yüreğimin ateşlerini  söndürdü.

Güler'in ismi ona çok yakışır. Sadece yüzü değil, bütün bedeni gülümser çünkü. Onunla yaşadığım olaya da yıllarca gülmeme neden oldu güzel gülüşlü Güler.. 


Günlerden bir gün, gazeteye bir ilan vermek istedik. O tarihte, yani M.Ö 1967 de iyi kızlar gazeteye ilan falan vermezdi. Otururdu oturduğu yerde.. Ama biz genciz, oturmak nedir, nicedir ? Fıkır fıkır kaynıyoruz. 

Çok da iyi yetişmişiz. Müzik desen bizde, sinema kültürü desen bizde.. anneanne zamanının artistlerini bile tanıyor, en kalite filmleri izliyoruz. Klasik müzik merakımız en az pop müzik kadar. Tchaikovsky'nin T ile yazıldığını bile o yaşımızda öğrenmişiz  Bir gece Cliff'e aşığız, ertesi gece Johnny Holliday'e..Tüm klasik romanlar bizden sorulur.. Ve durgun akardı Don...dan, donanımlıyız taaa Steinbeck'e ve de İngiliz Cronin'e, Fransız Flaubert'e kadar. Ayrıca üstünüze afiyet, üç- dört  dilde şarkı söylüyoruz, uydur-ezber formülüyle  ama dil biliyoruz ya işte..

O tarihlerde olabilecek  en ayıp  şeylerden birini  yaptık ve gazetenin birinin ekindeki 'arkadaşlık' servisine yazarak,  yukarıda belirttiğim engin kültür konularında   arkadaşlarla   mektuplaşmak  istediğimizi ilanen duyurduk.

Benim bildiğim o güne dek,  bu sayfalarda tek bir KIZ ismi yayınlanmadığıydı.
Biz Türkiye'nin ilk ilan veren kızlarıyız.!!!  Siz artık nereye çekerseniz çekin, eğlenebilirsiniz, serbestsiniz:)

Ama biz genciz... Safız ... Ve de gerçekten ama gerçekten salağız.
Kendimize takma isimler bulmuşuz..  Kimliğimizi  ve kendimizi güya gizli tutuyoruz ve de açık adresimizi yazarak, mektupları buraya bekliyoruz!!!! Tüm Türkiye'ye ilanen ve alenen:)

Ben AYLİN ismini çok sevdiğimden o ismi  aldım:).. Güler de BANU ismini severmiş..

Soyadını da ne akla hizmettir bilinmez kendi soyadıma benzeterek Arsal yaptım. Hey allahım.. Ben bu akılla nasıl okudum da adam olabildim, hiç anlamadım!  Bizim Güler'in de zeka seviyesi yerlerdeymiş ki, o da hiç itirazsız kimlik değiştirme işine bayıldı. Tam birbirimizi  bulmuşuz.. Tencere yuvarlanmış kapağına toslamış  durumları... Hala inanamıyorum, yazarken bile gözlerimden yaşlar geliyor...

Biz Aylin ve Banu şapşalları bu ilanı verdiğimizin üstünden 12 saat geçmemişti ki; postacı kapıyı  bir kere çaldı ve mesai saatleri dışında,  bir Express mektup getirdi. Bu,  M.Ö 1967 de moda olan bir ACİL mektup ileti  sistemiydi.                             Kapıyı Allahtan ben açmıştım.

Adam  'bu saatte bu görev yapmama neden olan bu kızın suratına bir şaplak çeksem' der gibi bakıyordu.  Ters ters sordu:

- Burada Aylin Arsal var mı ?

Gulp diye yutkundum.

Şaşırdım, anlamadım..İnsanın yüzü hangi hallerde  kıprmızı, hangi hallerde bembeyaz kireç gibi olur bilmem.. Benimki o anda Türk bayrağı gibiydi eminim. Yarısı beyaz..
Gözucuyla babama baktım, içrde gazete okuyordu. Adama çarçabuk:

-Var, benim dedim. Mektubu aldım ve kapıyı çarçabuk kapattım.

Postacı dedim içerdekilere çekincesizce... Çünkü, posta herşeyimizdi o zamanlar. Kart gönderilir, not gönderilir, radyodan istekler yazılır. Lisan bile mektup arkadaşı edinerek öğrenilirdi. Pen -friend di adı da.. herkesin dünyanın bir köşesinde bir mektup arkadaşı vardı. Mektup gelir, mektup gider...farketmediler kısacası..

Çarçabuk, kardeşimle paylaştığım odama koştum. Mektubu açtım, hiç unutmadığım bir isimdi.. Ercüment adında birinden geliyordu ......

Devam edecek

Remide Arsan
Ankara Cumhuriyet Lisesi'69 




1 yorum:

Adsız dedi ki...

En heyecanlı yerinde kalan bu hikayenin devamını merakla bekliyoruz.. Kaleminize sağlık..
AKS'88