24 Mayıs 2011 Salı

BİR KASETİM BİLE YOK

Türkiye son 1.5 yıldır yeni bir siyasi yöntemle tanıştı.

Silivri’deki muhalif kamp; digital teknoloji ve ortam dinlemenin siyasette ne kadar etkin bir enstrüman olarak kullanılabileceğinin canlı örneği değil mi?
Sağ olsun iktidarımız; “un, makarna dağıtma ve mağduru oynama” yöntemleri artık eskidiğinden olacak, şimdilerde “gelişmiş teknolojileri” keşfetti.
Siyasi olarak güçlenen rakiplerini,  “kaset”le terbiye etmeye kadar işi ilerleten AKP iktidarının derin beyinlerine hayran olmamak mümkün değil.
Devletin tüm birimlerine yerleştirdikleri, ümmet zihniyeti ile yetişmiş, verilen emri sorgulamadan derhal yerine getiren orduları mensuplarıyla, yatak odaları da dahil olmak üzere, nerede ne konuşuluyor ve tartışılıyorsa, her türlü bilgiyi önceden haber almanın dayanılmaz gücünü düşünebiliyor musunuz?

Gizliyi bilme kirli avantajınının, rakiplerinizden on adım önde olmayı getireceğini ve iktidarlarını sürdürmeye katkıda bulunacağı örneğini, Dolmabahçe görüşmelerinin basına yansıyan gizemli tartışmalarında yaşamadık mı?
Karşı çıkan  aykırı bir ses mi var?

Kaset koleksiyonundan, üstelik seçim arifesinde halkın tasvip etmeyeceğine emin olunan bir konu, derhal itinayla seçilir ve iktidarla ilişkisi iddia edilemeyecek bağlantılar silsilesinden geçirilerek, dumanı üstünde, sıcak sıcak halka ikram edilir.

Televizyonlarda “aydın” sıfatlı böyüklerimiz; yok “ülkücü camianın iç hesaplaşması”, yok “İsrail’in intikamı”, yok “okyanus ötesinin mimarlığı” gibi onlarca komplo teorisi geliştirirken, seçim meydanlarında bir de olağanüstü bir pişkinlik sergiler ve görüntülerin; “karısıyla özel ilişkileri olmadığına göre, genel ilişki olduğunu” alkışlar arasında teyit ettirirsiniz.
Devletin bilgisi ve dahli olmadan bu işin yapılamayacağını, üstelik  bunları yapmaya tevessül edenleri bulup çıkarmanın, iktidarın görevi olduğunu bile bile, ağzınızda sakız yapmaya devam edersiniz.

Bu siyaset uslübu ve yöntemi size yakışıyor mu, Sayın Başbakan? 

Hadi birileri bir halt etti diyelim. Türk Halkını bu seviyesiz çukura çekerek, kasetler üzerinden siyaset yapmak liderlik midir?

Biz bu filmi daha önce görmüştük. Artık heyecan vermiyor.

1974’te patlayan, ABD Başkanının da içinde olduğu, rakiplerini dinletme operasyonu olarak özetlenebilecek Watergate skandalı, başkan Nixon’un istifası ile sonuçlanmıştı.  Washington Post gazetesinin iki muhabirinin, olayın üzerine gitmesi, Kissinger olduğu iddia edilen, ancak adı hiç bir şekilde ifşa edilmeyen bir üst düzey yetkilinin de bilgi sızdırmasıyla ortaya çıkan bu rezalet, Nixon iktidarının da sonu olmuştu. Hatırlatmak isteriz.

Ulusal basının eş zamanlı olarak zavallı bir duruma düşürülmesi de pek tesadüfi olmasa gerek. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç’ler gibi hürriyet kalemleri; bugünlerde Vatan ve Milliyet’te yaşananları, basınımızın hal-ü pür melalini görselerdi kemikleri sızlardı eminim.

Yürekli bir kalem ve genel yayın yönetmeni bulmak artık neredeyse “imkansız” hale gelmişse, başbakanımız bu Watergate işini iyi biliyor, dersine iyi çalışmış  demektir.

Ulusal basın diye bir şey bırakmayıp, özel yetkili mahkemeler kurduktan sonra; yüzlerce yıllık geçmişi ve geleneği olan tüm kurumlar da dahil olmak üzere, “tüm iktidar karşıtlarını dinlemek, görüntülemek, yargılamak, suç unsuru oluşturmak” başka türlü açıklanamaz.

Bir kasetim bile yok.

Demek ki, güçlü bir siyasetçi olamamışız.

Düz mantık.

O zaman bize, Milletvekili kimliğimizle değil de, aydın bir Cumhuriyet kadını olarak yazmak, çizmek ve sorgulamak düşüyor.

Üstelik ölünceye kadar.

And olsun.

Gönül Saray
Ankara Cumhuriyet Lisesi

1 yorum:

Adsız dedi ki...

"Ağlıyorum kahrımdan" isimli parça gelsin ülkeme :) Kaleminize sağlık
AKS