20 Mayıs 2011 Cuma

SERENAD / ZÜLFÜ LİVANELİ

Dörtyüzseksenbir sayfalık bir maceranın ardından kitabın son sayfasına geldiğimde, bir değil de, birden çok kitabı tamamlamışım hissine kapıldım.

Aklımda kalanlar, siyah renkli iki karton kapaklı bir kitabın içinden
değilde, az önce yaşamlarından ayrıldığım bir çok insanın dudaklarından dökülmüştü sanki.. Bazen bir annenin, bazen aşık bir adamın, bazen hayatta oğluyla tek başına mücadele eden genç bir kadının, bazense aynı karında yatmış olmasına rağmen hayata bambaşka bir pencereden bakabilen bir abinin yürek odalarından az önce ayrılmış gibiydim..

Serenad'ı  ilk yayınlandığı dönemde bir gazetenin kitap hakkında Sayın Livaneli ile yapmış olduğu bir roportaj sayesinde duymuştum. Kitabın konusu oldukça etkileyici gelmekle beraber, hikayenin kahramanının bir kadın olması ve bir erkek tarafından kitap sayfalarında canlandırılması daha da ilginç gelmişti. Bu bilginin ardından hemen alma fırsatı bulamadığım kitabı ancak bu roportajı okumamdan bir ay sonra alabildim. Kitabın üzerinde kırkıncı baskı yazıyordu. Henüz otuz gün geçtiğini düşündüğüm bir zaman sonra kırkıncı baskı ibaresini görmenin beni şaşırttığını itiraf etmek zorundayım. Hatta bir arkadaşımla acaba her baskıda onar kitap mı basılıyor diye bile düşündük bu konu üzerinde konuşurken..
Kitap Doğan Kitap'tan yayına çıkmıştı. Hikaye 2001 yılında İstanbul Üniversitesinde görev yapan bir halkla ilişkiler görevlisinin Amerika'dan gelen bir Alman profesörü karşılaması ile başlıyordu. Başlangıçta hikayenin kahramanı Maya Duran'ın genel hayatına ve düşünce dünyasına giriş yapıyor, arkasından hızla Nazi Almanyası ve o dönemde çekilen acılara, aynı dönemde Türkiye'ye sığınan Alman-Yahudi Profesörler ile birlikte İstanbul Üniversitesi'nin ve Türk Akademik hayatının tarihine, Kırım Türklerinin yaşamlarındaki acı dolu günlere ve pek çok ailenin geçmişindekine benzer tarihsel buluşmalara yelken açıyordunuz. Zaman zaman ise bu tarihten tamamen sıyrılıp, evladınızla aranızdaki ilişkiyi sorgulamaya başlarken bulabiliyordunuz kendinizi tam da hayatın ortasında..

Bunun yanısıra Livaneli'nin hayata ve tarihe bakışını oldukça etkili yansıttığı cümleleriyle, özellikle kitabın ortasından sonuna kadar sürükleyici ve etkileyici, hatta zaman zaman sırtınızı gerecek kadar stresli olan bir yolculuğa başlıyor ve bir kadının hayatında gerçekleşen beklenmedik gelişmelerle kendini yenilemesi ve hayat çizgisini nasıl değiştirdiğini zaman zaman üzülerek, zaman zaman hayranlıkla takip etme şansı buluyordunuz.
Başından da soylediğim gibi kitap boyunca bir yandan hikayenin akışına kapılırken, öte yandan bir erkeğin bakış açısından bir kadının yaşam karşı direnişini okurken, ister istemez kendi içimde de değerlendirmeler yaptım. İtiraf etmeliyim ki yok denecek kadar az bir bölümde farklı düşüneceğimi ya da davranacağımı hisettim. Bu anlamda da Livaneli'yi tebrik ettiğimi ayrıca belirtmek istiyorum bu yüzden.
Bana göre imkansız gibi görünse de, devletler yerine sadece insani duygularla yönetilen bir dünyanın daha az acımasız ve paylaşılabilir olabileceğini, uygulanan politikaların devletler düzeyinde başarılı ya da etkili görünsede, insani boyutta ne kadar büyük haksızlık ve acılara neden olabileceğinin hikayesini bulacaksınız bu kitapta.

"Serenad" okunmaya değer bir kitap gerçekten.. Okuma grubunun ilk konuğu olan bu kitaba dair mesajımı yine kitabın yazarına air bir söz ile bitirmek istiyorum izninizle..

"Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey..." Zülfü Livaneli..

Saygı ve Sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin
Ankara Cumhuriyet Lisesi'88

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Zülfü Livaneli'nin Serenad'ını okudum. Kitabı elimden bırakamayarak okudum. Okudukça olaylar tanıdık gelmeye başladı. Maximillian Wagner ve Nadia'nın hikayesi birbirine benzeyen çok sayıdaki hikayeden birisi.
Bizim memleketimizde Üniversite eğitiminin temeli Nazi zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelenler tarafından atılmış. Böyle bir olaya çocukluğumda ben de tanık olmuştum. Benim babamın hocası da bir Alman Yahudisi idi. Dr. Hans Bremer A.Ü Ziraat Fakültesinin kuruluşunda emeği geçmiş bir Almandı. Yıllar sonra ülkesine geri döndü. Bir gün gazetenin alt sütunlarında Dr. Bremer'in öldüğünü okuduk. Dr. Bremer Almanya'da bir konferansta Türkiye'yi anlatırken vefat etmişti. Kitabda adı geçenlerden birisi daha bana çok tanıdık geldi. Eduard Zuckmayer. Eduard Zuckmayer 1936 da Türkiye'ye gelmiş. 1972 de ölene kadar da Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü Başkanlığını yürütmüş. Gazi Üniversitesi Rektörlük Kampüsündeki binalardan birine onun adı verilmiş. Binanın girişinde bir tabelada Zuckmayer adı okunur. Bu bina bu gün kreş olarak hizmet vermektedir.
Erendiz Atasü Taş Üstüne Gül Oyması adlı eserinde de bir başka çiftten söz etmekte. Alman Hermann Schroeter ve eşi Ruth Mayer Schroeter. Hermann, Maximillian gibi Alman, Ruth ise Yahudi. Her ikisi de Ankara'da Müzik Öğretmen Okulunu konservatuvara dönüştürmekte görev almışlar.
Kitabda ismi geçenlerden Albert Eckstein'e gelince o çok iyi tanıdığınız İhsan Doğramacı ve Bahtiyar Demirağ ile Sabiha Özgür'ün hocası. En büyük dileği çocuklar için bir hastane açmakmış. Onun bu dileğini daha sonra öğrencisi İhsan Doğramacı Hacettepe Çocuk Hastanesini açarak yerine getiriyor.

Kitabın içeriği hakkında çok fazla açıklama yapmaktan sakındım. Diğer arkadaşlar da okuduktan sonra gerekirse tartışabiliriz diye düşündüm. Belleğimde kalanlardan bu bilgilere ulaştım.

Bilge Çakır 1967

Ankara Cumhuriyet Lisesi

remide dedi ki...

Aylin'in önerisi üzerine başladığım kitabı okumalara doyamadım. İçim de ılık ılık acıdı, ruhum bir yerlere sıkıştı. Elimize milletçe geçen bir müstesna fırsatı kaçırdığımıza mı yansam? Bir aşkın yürek yakan öyküsüne mi ağlasam , yoksa yakın tarihte hiç bilmediğim anneanneler ve babaanneler bilmecesine mi sardırsam bilemedim. Başım döndü. Herkese tavsiye ederim. Ayline teşekkürler./ Remide Arsan

Adsız dedi ki...

öncelikle kitabın ruhumu sardığı gerçeğini dile getirmeliyim.kitabı okurken bilmediğim ve aslında hiçbirimize de yabancı olmayan birçok şey öğrendim.kitap bittikten sonra ise derin bir yalnızlık ve tarifsiz bir boşluk vardı beni bekleyen.zülfü livaneli, teşekkür ederim biz okurlarınıza bu bilgi ve duygu dolu kitabı yazdığınız için./kübra akıllıoğlu

aslı dedi ki...

bende okudum. çok beğendim. tavsiye ederim.

Erkans dedi ki...

Kitabı okudum ANCAK bu kadar insanla aynı kitabı mı okudum diye sorguluyorum kendini mi bu yazdıklarınızı alamadım son sahnesi batırdı kitabı Azrail Çok saçma olmuş lütfen bi daha yapma Zülfü Livaneli

Unknown dedi ki...

Sy.zülfü livaneli romaninizin 210. Sayfasinda türk erkekleri önceden annelerinden ve babalarindan dayak yiyerek yetisiyor.çocuk yaşta cinsel organlarinin ucunun usturayla kesilmesiyle cinsel bir travmaya uğruyorlar diye başlayip devam eden bir bölüm var sanırım bu durumu babandan yada kendinden yada abi ve ya kardeslerinden yada kendi etrafindaki ibnelerden biliyorsunuz.ne demek türk erkekleri !! hattinizi bilin adilik serefsizlik yapmayin.dünyaya acılmış olan bir romanda bir halki özelliklede türk halkını böyle cümlelerle tanimlayamazsiniz.