19 Aralık 2011 Pazartesi

HEY GİDİ GÜNLER

50 li yıllarda Samsun’da Türkiye’nin ilk Klasik Müzik Çocuk Orkestrası oluşturulmuştu.

İl’deki çeşitli ilkokullardan toplanan çocuklarından kurulu bu orkestrada o tarihte 9-10 yaşlarında olan tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy da bulunuyordu.


Müzik aşığı Mustafa Besen tarafından yönetilen ve Mozart, Lizst, Brahms gibi pek çok müzisyenin eserini yorumlayan çocuklar orkestrasının konserlerini valiler, belediye başkanları ve ilin diğer ileri gelenleri hiç kaçırmazdı.


Bu eşsiz orkestra bayram törenlerinde ve resm-i geçitlerde kendilerine ayrılan özel bölümde yer alır ve marşlar çalarlardı.

Orkestra her zaman Samsun’un gururu oldu.

60’lı yıllarda bir lisede bir müzik öğretmeni yaşardı. Hikmet Hazar adındaki bu öğretmen, yıllar boyunca her ders başladığında tebeşirle kara tahtaya tam 2 saniyede bir Atatürk profili çizer, dersini bu resmin önünde anlatırdı.


Öğrencilerine İstiklal Marşını öğretirken, ‘taze bir ekmek kokusu gibi vatan kokusu duyarak söyleyin’ diye tenbihlerdi.. 

Onun için müzik; vatan ve Atatürk sevgisi ile özdeşleşmişti. 

Yıl 2011’e gelindiğinde Türkiye’nin ilk ve tek Köy Orkestrası yine Orta Karadeniz topraklarında, Amasya Taşova’da doğdu. Gönül Saray, köyüne yatılı bir okul yaptırmaya karar verdiğinde, iyi bir eğitimin ve kültürün müzikle beslenmesi gerektiğini biliyordu.

 Böylece Ömer Saray İlköğretim Okulu öğrencileri hayatlarında henüz büyük şehir görmeden, sinemaya gitmeden, dondurma bile tatmadan, köy hayvanlarının aiii ve mööö sesinden başka tını bilmeden notayla ve müzik enstrümanlarıyla tanıştırıldılar.


Bu gün seksen kişilik olan bu orkestranın yarattığı mucizeyi Avrupa Birliği örnek proje olarak ele aldı. Çocukların eğitim başarısındaki artış ise benzersiz oldu.


Tur rehberi Hong Kong’da her yeri gezdirdikten sonra özel istekleri olanların programlarına yardımcı olabileceğini bildirdi. 

Gruptakilerin çoğu, teknolojik aletler satan dükkanlara koştu.

 Kendi başınalığının keyifli sessizliğinde olduğu ve orta yaşa sınır koymadığı anlaşılan gri saçlı yolcu, yuvarlak gözlüklerini düzelterek yavaşça rehbere yaklaştı ve görmek istediği yeri söyledi:

 Aşk güzel şeydir filminde William Holden’in Jennifer Jones’la buluştuğu tepeyi görmek ve o müziği (Love is a many splendered thing) yerinde dinlemek istiyorum.

 Ne sinema sanatları meraklısı, ne yönetmen ne de aktördü. Üstelik, anne-babasının zamanına ait bu filmi izlediğinde sadece orta okul öğrencisiydi. O filmi, o muhteşem müziği ile o tarihte beynine kaynak yapmış ve yıllarca ruhundaki bu konseri dinlemişti.


Şimdi bu tepeyi görmek, çimenlere dokunmak, o tutkuyu hissetmek ve müziği yerinde duymak istiyordu.

Bu, hayallerinin bir rengiydi ve tualinde eksik kalmıştı.

O eksiği o akşam, Victoria tepesinde olağanüstü bir güzellikte batan güneşin görülmemiş kızıllarından birinin bir tonu ile tamamladı.Yanında o rengin notası ile birlikte..


5 çocuk sahibi bir babaydı. Tarhana çorbası ve ekmeği ziyafet bilen nar yanaklı, güleç yüzlü bir ailesi vardı. Gece kondumsu bir evde otururlar arada sırada bize telesafir olarak gelirlerdi.

Bir tarihte Devlet Opera ve Balesi binasında bir iş bulmuş, bir referans adı sorulduğunda, müfettiş olan babamın adını vermiş.

Babam köylüsü olan bu kişi için hiç tereddüt etmedi.

Çok yıllar geçip de emekli olunca çayını içmek ve teşekkür etmek üzere babamı ziyaret etmiş.

O akşam işten eve geldiğinde sofrada bu ziyareti ve onunla olan sohbetini anlatmıştı babam:

‘Yıllarca perde açıp kapadım. Şimdi de klasik müzik dinlemeden uyuyamıyorum abey.’

                                  ……………

 Remide Arsan

Hiç yorum yok: