17 Kasım 2012 Cumartesi

Bilkent TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi Ziyareti Notları


1984-1995 yılları arası gunumuzde olduğu gibi PKK ve terorle mücadele yine gündemimizde, ve yine gazeteler şehit haberleri ile doluydu.

Genel Kurmay Başlanlığının ilgili yıllar arasını kapsayan ve 1995 yılında yayınlanan “Politik ve Askeri Durum Değerlendirmesi” raporunun son bölümü olan “İç Güvenlik Harekatı ve Terorle Mücadele” başlığı altında bunlardan geniş olarak bahsedilmekte ve ilgili bölümün hemen girişinde verilen bilgiler aşağıdaki gibiydi.

Belgede, terör örgütünün “Dört aşamalı hedef stratejisi”, özetle şöyle ifade ediliyordu:


-Bölücü terör örgütü, ilk aşamada, kültürel ve sosyal bazı hakların temin edilmesini,
-İkinci aşamada özerk veya federasyon tipi bir yönetim sisteminin oluşturulmasını,
-Üçüncü aşamada, ülkemiz topraklarında sözde Kuzey Kürdistan devletinin kurulmasını,
-Son aşamada ise bağımsız ve birleşik, sözde Büyük Kürdistan devletinin oluşturulmasını hedeflemiştir.

2012 yılına geldiğimizde örgütün bu hedeflerinne kadarına ulaşmayı başardığının ve ordumuzun o günden bu güne gelene değin yaşadığı olayların değerlendirilmesini siz değerli okurlara bırakıyorum.

Çelik Harekâtı 1995 yılında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı o güne değin PKK'ya yapılmış  en buyuk  askeri harekatın adıdır.

Bu harekat 1994-1995 yılları arasında Kuzey Irak'ta yapılmıştır. Türk askerlerinin komutanlğını General Osman Pamukoğlu yürütmüştür. Türkiye harekatın amacının bölgeyi 2.800 PKK'lı Teröristi temizlemek olduğunu açıklamıştır. Harekata Türkiye tarafından 35.000 asker ve 10.000 köy korucusu katılırken, PKK'nın kaç teröristle katıldığı bilinmemektedir. Türkiye 64 askerini kaybederken, PKK'lı teröristlerin kayıp sayısı 555 olarak açıklanmıştır. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller idi.

İç güvenlik harekatının yoğun olarak sürdüğü 1995 yılının Mart ayında, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ve TRT’nin işbirliği ile ‘’ Haydi Türkiye Mehmetçik’le Elele ‘’ kampanyası düzenlenmiştir. Gerek yurt içi, gerekse yurt dışından halkımızın olağanüstü ilgi gösterdiği ve gönülden katıldığı kampanyada 2.7 trilyon TL toplanmıştır. Toplanan bu bağışlarla, ülke savunması ve milletimizin bölünmez bütünlüğü için canlarını hiç çekinmeden tehlikeye atan ve bu uğurda kolunu, bacağını, uzvunu kaybeden kahraman gazilerimiz için hizmet verecek, çağdaş bir rehabilitasyon ve bakım merkezi kurulması kararlaştırıldı. Bu merkezi gerçekleştirmek üzere kurulan TSK Elele Vakfı, TSK rehabilitasyon ve bakım merkezi projesini süratle uygulamaya koydu. Kaynağın nemalandırılması sonucunda, 105 milyon ABD doları harcanarak 35 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan tesis, 21 Nisan 2000 tarihinde hizmete açıldı

 

Buraya kadar kuruluş nedeni ve tarihçesi hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştığım merkezi bir Emek Bahçeli Eski Dostlar grubundan on bir arkadaşımla Kasım 2012’de ziyaret etme şansı buldum. Öncelikle bize söylendiği gibi grubumuz adına Genel Kurmay Başlanlığı’na bir faks çekerek izin istedik, yaklaşık on gün sonra gelen cevapta ziyaret edebileceğimiz merkezin adresi ve iletişim kuracağımız onbaşının adı ve telefonu yine bir faks ile bize bildirilmişti.

 

Onbaşı ile iletişime geçerek ziyareti gerçekleştirmemiz için gerekli koşullar hakkında bilgi edindik. Çok kalabalık olmamız oneriliyordu , on kişi olduğumuz takdirde yatan hastaları da ziyaret edebileceğimiz, çiçek getirmememiz, ancak pasta, tatlı, börek vb yiyecekleri getirebileceğimizi öğrendik.

15 Kasım 2012, saat 13.45 de hepimiz Bilkent’de Atatürk Hastanesi’ni geçince hemen sağda yer alan TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nin önünde elimizde paketlerimizle hazırdık. On bir kişi olmamıza rağmen bin üçyüz kişilik bir grubu temsil ettiğimiz için öncelikle merkezin önünde bir resim çektirmek istedik. Sırtımızı giriş nizamiyesine vererek verdiğimiz pozun ardından bir askeri gorevli gelerek güvenlik sensörlerinin fotoğraf makinasını algıladığını ve fotoğraf çekmenin yasak olduğunu, ilgili resmi silmemizi de isteyerek kibarca hatırlattı. Ne yapalım yasak, yasaktı itiraz etmedik.

Bizi kapıda karşılayan onbaşı Genel Kurmay Başkanlığının faksında bize bildirilen onbaşıydı. Bir süre bekledikten sonra onu izlememiz söyledi. Aslında hiç birimiz birbirimize itiraf etmemiş olsak bile az sonra neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz ve gazilerimizle yüzyüze geldiğimizde ne diyeceğimizden emin olamadığımız için oldukça gergindik.

Kendi aramızda sohbet ederek onbaşı ve bize merkezi gezdirecek gorevlinin peşine takıldık. Bizi geniş ve konforlu bir konferans salonuna aldılar. Burada bizim çekmemiz yasak olmasına rağmen merkezin fotoğrafçısı gelerek bir grup fotoğrafımızı çekti. Ön iki sıradaki koltuklara yerleşerek beklemeye başladık. Bir tanıtım konuşması dinleyeceğimizi düşünürken salon karardı ve ekrana Merkezin tanıtımını yapan ve ortalama on dakika sürecek olan görüntüler yansımaya başladı. Gezimiz sırasında görmediğimiz pek çok alanı bu filmde amaçları ile görmüş olduk. Burası gerçekten son derece modern, büyük, üretken ve donanımlı bir tesisti. Merkezde tedavi gören hastalar tıbbın geldiği son noktayı yansıtan modern ortam, yontem ve cihazlarla tedavilerini goruyorlardı. Sadece gazilerimiz değil, gazi, şehit yakınları ve belirli bir kontenjan dahilinde sivillerde bu merkezde tedavi olma imkanına sahiptiler. Fiziksel ve Ruhsal rehabilitasyon için gerekli her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.

Sunumun arkasından yine onbaşı ve görevlimizin peşine takılarak başka bir binaya giriş yaptık, aslında sadece bir sosyal grup olarak boylesine resmi ve hazırlıklı bir karşılamayı hiç birimiz beklemiyorduk. Artık odalarında gazilerimizi ziyarete gelmişti sıra. Biz asansörle ilgili kata geldiğimizde gelirken yanımızda getirdiğimiz yiyecekler çoktan hazırlanarak odalara servis edilmişti bile. Girdiğimiz her odada getirdiğimiz yiyecekleri düzenle hazırlanmış ve tabaklara konulmuş olarak gördük.

İlk odaya girmeden önce derin bir nefes almam gerekti, bizi gezdirmekle gorevli kişi bize pek çok hastanın ilgili saatte tedavi veya kendisine verilen programı uygulamak üzere başka yerlerde olduklarını söyledi. Odalar oldukça geniş havadar ve son derece modern dizayn edilmişti. Bir odada dört Gazi kalabiliyordu.  Her odanın girişinde küçük bir koridor ve bu koridorlarda odada kalanların kullanabilecekleri ortak bir tuvalet ve banyo yer alıyordu.

En büyüğü yirmi yedi yaşında pırıl pırıl gençlerle tanıştık, her biri yüksek moralli ve iyi durumdalardı. Bir çoğu Şırnaki Yüksekova vb yerlerde yaralanmışlar, bir kısmı da bu görevler sırasında uzuvlarını kaybetmişlerdi.

İlk odadan itibaren adım attığımız her oda da gidiş amacımızı onlara minnetimizi göstermek iken, bir kuru teşekkürün ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm durdum. Biz söyleyecek kelime bulamayan on bir kişi odalara girdiğimizde onlar ayağa kalktılar, bizi saygı ve guler yüzle karşıladılar, sessizliği bozmak için bir şeyler soylemeye çalıştılar. Ancak ikinci odadan sonra biraz konuşma cesareti bulabildik kendimize ve onlara yaşlarını, nereli olduklarını, nerede görev yaptıklarını sorduk ve neden orada olduğumuzu kısaca anlatmaya çalıştık. Bu kısacık sohbetlerde bile kimimiz dolan gözlerini saklamaya, kimimiz derin derin nefesler alarak rahatlamaya çalışıyordu. Ama onlar vatan icin feda ettikleri gencecik bedenlrinden fışkıran yaşama bağlılık dolu bir enerji ile gülümsüyorlardı bize.

Bu çocukların vatani görevlerini yaparken yaşadıkları bu olaylar neticesinde başta uzuvlarını kaybedenler olmak üzere, o koridorlarda dolaşmanın ne faydası vardı diye sorup durdum kendime. Bundan sonraki hayatlarında bizim o gün orada olmamızın bir katkısı olacak mıydı? O koridorlarda dolaşırken karar verdim bu yazıyı yazmaya, en azından çok fazla bilinmediğini düşündüğüm böylesine başarılı ve anlamlı bir merkezin tanııtımına bir parça olsun katkım olurdu belki.

 

Gazileri odalarında ziyaret ettikten sonra rehabilitasyonun bir aşaması olan meslek edindirme atölyelerini gezmeye gittik. Burada elsanatları, bilgisayar vb mesleklerin eğitimleri bulunan bir çok atölye vardı. Ziyaret ettiğimiz saatlerde atölyelerin eğitim saatleri olmadığı için herhangi bir eğitim anına şahit olamadık. Ama geniş bir alana yayılmış ve oldukça ferah düzenlenmiş bu alanlarda eğitim alan gazilerimizin sonunda meslek sertifikaları alarak dilerlerse ayrıldıktan sonra bu meslekleri icra edebileceklerini öğrendik. Burada tedavi gören gazilere ayrıca hayatlarının geri kalan kısmında gazi maaşı ile birlikte devam edebilecekleri işler yine Elele Vakfı tarafından bulunuyordu. Yine bu atölyelerde üretilmiş ürünler atölyelerin satış alanında müşterilerini bekliyordu. Hepimiz gücümüz yettiğince ufak tefek bir şeyler alarak bu emeğe katkı sağlamaya çalıştık.

Yine atölyelerin bulunduğu katta özürlü olarak hayatını devam ettirmek zorunda kalan gazilerimize özel bir sokak hazırlanmıştı, bir aracın bile park edildiği bu sokakta logar kapağı, kaldırım ve daha bir çok ayrıntı düşünülmüştü, sokağın iki yanlı kenarına dizilmiş odalarda bir banka, bir ev, bir market vb günlük hayatta sıkça ziyaret ettiğimiz mekanlar yer almaktaydı.

Bu odalarda gazilere günlük hayatlarını bir özürlü olarak daha kolay nasıl idame ettirebilecekleri öğretiliyordu.  O ana kadar sessizce dinlediğimiz anlatıcımızı dostlarımızdan biri böldü;

“Peki ama televizyondan da izliyoruz, şehit ailelerinin evlerini gösteriyorlar, burada sağladığınız bu düzeni buradan çıktıktan sonra sağlayabilmeleri için bu insanların belirli bir ekonomik gücü olması gerekiyor. Ayrıca aileleri ve yakın çevrelerinin bilinçlendirilmesi de gerekiyor.”

Bize anlatımı yapan uzman da belli ki aynı görüşe sahipti ve anlatmaya başladı;

“Yurt dışında devlet gaziler bakım merkezinden ayrıldıktan sonra yaşam alanlarını yeni yaşam koşullarına göre düzenliyor bütün masrafları üstlenerek ama ne yazık ki ülkemizde boyle bir şey söz konusu değil”, dedi. “Ayrıca bir rehabilitasyon uzmanı olduğundan aslında bu eğitimleri yakın çevrenin de bilinçlendirilmesi ve yaşam alanlarının keşfi açısından gazinin yaşam ortamında yapması gerektiğini” söyledi. Yani her gazi için aslında bir alan çalışması yapılması gerekiyordu, bunca ileri düzey bir merkezde bile bu henüz mümkün olamıyordu. Umuyoruz ki ilerleyen zamanda milletimizin de sağlayacağı destekle bu aşamaya da gelinir. Çünkü gerçekten sağlanan ortam ve koşullar o kadar mükemmeldi ki, Anadolu’nun herhangi bir yerinden gelip burada tedavi gören ve ardından kendi yaşam alanına dönen gaziler gerçek yaşamın içinde ikinci bir tramva yaşama riski ile karşı karşıyaydılar. Bu da bir anlamda burada verilen bütün emeğin ruhsal anlamda boşa gitmesi de demekti.

Merkeze bunca güven ve hayranlığımı kazanmasının tek sebebi elbette ki o gün yaptığımız ziyaret değildi. Çünkü bir çoğumuz biliyorduk ki ziyaretler veya denetimler sırasında her şeyin sorunsuz ve parlak gosterilmesi ülkemizde adettendi.

 

O gün gördüğümüz tüm hasta ve çalışanların güleryüzü ve yaydıkları enerji inanılmayacak kadar güzeldi ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak elbette içimizde acaba bize mi böyle gösteriliyor diye bir şüpheye kapıldık.

Çalıştığım iş yerinde bir arkadaşım vardı askerlik görevi sırasında omiriliği kırılmış ve bir yıl GATA’da arkasından bir buçuk yıl da bu tesiste tedavi görmüştü. Merkeze gitmeden öncede ondan kısa bilgiler almıştım, ama döndüğümde merkezin parlaklığı karşısındaki hayranlığımı gönül rahatlığı ile hissedebilmek için yeniden onunla konuşma ihtiyacı duymuştum.

Merkez ziyaretimizden çok önce orada gördüğü tedavi ve doktoru ile ilgili çok güzel şeyler anlatmıştı. Döner dönmez onu arayıp merkez hakkındaki hayranlığımı ve bu hayranlıktan dolayı duyduğum garip güvensizlikten bahsettim. Sağolsun beni kırmadı ve yanıma geldi. Merkezdeki her şey her zaman aynı gördüğümüz gibiydi. Herkes çok güler yüzlü ve moralliydi.

Peki ama böylesine tramva yaşamış bu genç insanlar nasıl oluyorda böyle olabiliyorlardı? Aslında elbetteki ilk aşamada boyle olmuyordu. Kendiside aslında çok daha kısa zamanda iyileşebileceğini ama başlangıçta odasına gelen sevdikleri, paşalar dahil küfrederek kovduğunu anlattı. Çünkü ona artık yürüyemeyeceği söylenmişti. Ama sonraki dönemde aldığı psikolojik destekle ikna olmuş, tedavisine başlanmış ve tedavinin sonunda bastonsuz yürüyecek hale gelmişti. Benimle birlikte çalıştığı yerdeki işini de ona Elele Vakfı bulmuştu, o da merkezde gördüğümüz diğer gencecik çocuklar gibi pırıl pırıl ve hayat doluydu.

Biz merkeze gitmeden önce selamını iletmem için bana orada sürekli kalan bir arkdaşının adını vermişti. Ziyaret sırasında onunla görüşme imkanı da bulduk. Arkadaşımın ziyaretlerinin seyrekleştiğinden şikayet etmişti gülerek. Bende dönüşte bu şikayeti de sorularımla birlikte ona ilettim. Cevabı çok içimi acıtmıştı;

“Ben yürüyemezsin dendiği halde yürümeyi başardım, ama orada hala tedavi görmeye devam eden ve yürüyemeyen arkadaşlarım var. Ben gittiğimde aileleri ve çevreleri bak o başardı ve yürüdü sen hala başaramadın diyorlar, ve ben çok üzülüyorum”

Kendi yürüme hikayesini anlattığında zaten merkeze gelmesini sağlayan tramva yetmezmiş gibi birde aşmak zorunda kaldığı kendi iradesi ve nefsi ile mücadele etmek zorunda kalmıştı. Savaş merkezde tedavi görmekle sona ermiyor aslında yeniden başlıyordu. Anlık bir kurşun, mayın ya da benzeri bir ateşli silahın yarattığı sonuçlar insan hayatında irade ve azimle devam eden bir savaşa neden oluyor ve bu savaşı galip bitirenlerin sayısı da anladığım kadarıyla çok da fazla olamıyordu eger bir uzun kaybı söz konusu ise.

Biz o koridorlarda odalarında ziyaret ederken bu gencecik insanlar bu mücadeleyi kazanmaya çalışıyorlar yine de bizden daha hayata bağlı ve dimdik duruyorlardı. Biz de hayatlarında yaşadıkları bu uzuv kaybı ve tramvalar için kuru kuru bir teşekkür edebiliyor ve ardından kendi hayatlarımıza geri dönüyorduk. Kimdik ki biz onlar için?

Tüm bu düşüncelerin sonunda en azından bu ülke de güvenle ve vicdanım rahat bağış yapabileceğim bir yer buldum nihayet. Sizde en azından bu yazıyı yaygınlaştırarak onlara ulaşacak ellerin artmasına bir katkı sağlayabilirsiniz.

Çünkü kapısından girdiğiniz andan itibaren bambaşka bir dünya olan bu merkez gerek askeri bir yapı olması gerekse vakıf olması nedeniyle reklama ağırlık vermemesi sonucunda bir çoğumuz tarafından bilinmiyor. İnternet sitesinden daha detaylı bir çok bilgi ve fotoğrafa ulaşabileceğiniz merkezin tanıtımını yapmayı ben kendi adıma bir sosyal sorumluluk olarak görüyorum.

Saygı ve sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin